Parapsikoloji Forumları
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  
Sitemiz Daha İyi Hizmet Verebilmek İçin Yenileme Çalışmasındadır. Daha çok detay için,lütfen bu forumun yöneticisi ile iletişime geçin. İletişim adresi : shanimoglu@gmail.com
Giriş yap
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Beni hatırla: 
:: Şifremi unuttum
Facebook


En son konular
» ben gedimmmmm
Duyular Dışı Algılama EmptyPerş. Mart 22, 2012 4:58 pm tarafından Admin

» Başvuru Köşesi
Duyular Dışı Algılama EmptySalı Şub. 22, 2011 12:32 pm tarafından Odie

» Mayalar ???
Duyular Dışı Algılama EmptySalı Kas. 23, 2010 12:39 am tarafından adem

» Din nedir
Duyular Dışı Algılama EmptySalı Ağus. 31, 2010 2:02 am tarafından Admin

» Allah’ı sevmek
Duyular Dışı Algılama EmptySalı Ağus. 31, 2010 2:01 am tarafından Admin

» BİLİM İLE UYUMLU EVRENSEL ANLAYIŞ
Duyular Dışı Algılama EmptySalı Ağus. 31, 2010 12:20 am tarafından Admin

» BİLİMİN FONKSİYONU VE MODERN ARAŞTIRMALAR
Duyular Dışı Algılama EmptySalı Ağus. 31, 2010 12:20 am tarafından Admin

» BOŞLUKLAR GERÇEKTEN BOŞLUK MUDUR?
Duyular Dışı Algılama EmptySalı Ağus. 31, 2010 12:19 am tarafından Admin

» DUYULARIMIZ VE BÜTÜNSELLİK
Duyular Dışı Algılama EmptySalı Ağus. 31, 2010 12:19 am tarafından Admin

» ENERJİNİN DOĞASI
Duyular Dışı Algılama EmptySalı Ağus. 31, 2010 12:18 am tarafından Admin

Anket
SABAH UYANDIĞINIZDA NASILSINIZ?
 SİNİRLİ VE HUYSUZ
 TEPKİSİZ
 UKALA
 ÇOK NEŞELİ
 DİĞER
Sonuçları Gör
Kimler hatta?
Toplam 2 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 2 Misafir

Yok

Sitede bugüne kadar en çok 77 kişi Salı Ekim 24, 2023 2:51 pm tarihinde online oldu.
Similar topics
Istatistikler
Toplam 127 kayıtlı kullanıcımız var
Son kaydolan kullanıcımız: ceyhuner

Kullanıcılarımız toplam 387 mesaj attılar bunda 318 konu

 

 Duyular Dışı Algılama

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin
Admin
Admin


Zodyak : Yay
çin astrolojisi : Köpek
Mesaj Sayısı : 358
Kayıt tarihi : 11/04/09
Yaş : 41
Nerden : Türkiye
Lakap : Garf

Duyular Dışı Algılama Empty
MesajKonu: Duyular Dışı Algılama   Duyular Dışı Algılama EmptyPtsi Ağus. 30, 2010 11:11 pm

Parapsikolojinin alanına giren konular ortaya çıkış biçimlerine göre iki gruba ayrılmaktadır. Bunlardan ilkine “Zihinsel Deneyimler” ismi verilmiştir. Parapsikoloji araştırmalarında zihinsel ya da öznel olarak ortaya çıkan fenomenleri kapsar. Dolayısıyla ESP (DDA), parapsikolojinin iki temel araştırma alanından birini oluşturmaktadır.
Burada süjenin, yani deneğin dış dünyadan aracısız bilgi alması olayı ile karşılaşırız. DDA: durugörü (uzaktan görme), telepati (düşünce nakli, uzaduyum), prekognisyon (önceden bilme), psikometri (ruhsal ölçüm), şifacılık, beden dışı deneyimler (astral projeksiyon), dermooptik algılama, radyestezi ve benzeri fenomenler gibi beş duyunun ötesindeki her türlü algılamaları belirtmek üzere kullanılan bir terimdir.
“Altıncı duyu” olarak ifade edilebilecek terim ilk kez 1870’de Sir Richard Burton tarafından kullanılmışsa da, 1930’larda parapsikolog J. B. Rhine tarafından popülerleştirilmiştir. Kimi parapsikologlar duyu - dışı algılama fenomenini adlandırmak üzere ESP ile eş anlamda, “kriptestezi”, “paragnostik” gibi terimler ortaya atmışlarsa da, en çok benimsenen terim ESP (DDA) olmuştur.
Maddeci bir açıdan incelenen bu olayların ruhsal (psişik) olmayıp duyumsal olduğunu, insan beyninin ve irade gücünün bir fonksiyonu olduğunu ifade etmek için, duyular dışı idrak denmiştir. Olaylar inkar edilmiyor, fakat sebep psişik bir güç olarak da kabul edilmiyordu. Daha sonra “psi kuvveti” diye bir kuvvet kabul edilmiştir. Bu kuvvet de gene insanın kendisiyle sınırlıdır. Bedensiz varlıkların, bedenden hariç bir ruhun, varlığın gerçekliği üzerinde durulmamaktadır.
Neo - spiritüalist görüş telepati, durugörü, gizligörü vb. ESP fenomenlerini ruhun faaliyeti sonucunda bedenden çıkan, perispriye sinirsel akışkanla bağlı olan, esiri ortamda dalgalar halinde yayılarak elektromanyetik bir alan oluşturan ve bu alanla ilgi kuran her türlü ince vibrasyonları perispriye aktarabilen radyasyonlarla açıklar.

Çocuklarda Duyular Dışı Algılama

Çalışmalar, büyüme ve öğrenmenin, çocuğun “doğal” ruhsal güçlerini bastırıp bastırmadığını saptamaya çalışıyorlar.“Hepimiz ruhsal güçler ile doğarız ve bunu zamanla ve öğrenim süreci içinde kaybederiz.”
Bu tanıdık ve etkileyici bir görüştür. Birçok aile kendilerini bebeklerine o kadar yakın hisseder ki normalüstü bir ilişkileri olduğuna inanırlar. Eğer böyle bir bağlantı var ise bunun bebeklikten çocukluğa geçişte kaybolduğu görülmektedir. Bu yüzden bazı aileler, çocuklarının aldığı eğitimin bu bağı ortadan kaldırdığını düşünmektedir. Okul, çocuğa rasyonel düşünmeyi öğretirken, bir şekilde de sezgisel olarak dünya algılamasını yok etmektedir. Nitekim eğitimin, doğuştan gelen ruhsal güçlerimizi bastırdığı konusu hep tartışılır. Bu faktör, sık sık iddia edilen, bizim eğitimimize, zorlamalarımıza veya rasyonelliğimize sahip olmayan ilkel insanlar arasında ruhsal fonksiyonların daha çok görüldüğü savıyla bağlantı kurulabilir.
Acaba DDA ile mi doğarız? Öğrenimlerimiz ve eğitim bunu bastırır mı? Bu sorular sınanabilir sorulardır ve parapsikoloji ile uğraşan kişiler uzunca bir süre bunlarla uğraşmışlardır.
1937 yılında deneysel parapsikoloji yeni bir araştırma alanı iken, Dr. J.B. Rhine’nın eşi Dr. Louisa Rhine, yetişkinlere göre daha saf ve daha az analitik olmaları sebebiyle çocukların daha özel bir ruhsal yeteneğe sahip süjeler olabilecekleri hipotezini öne sürmüştür. Duke Üniversitesi’nde 3 ile 15 yaşındaki çocuklarla sürdürdüğü deneylerde, en küçük olanların en yüksek DDA notu aldığını bulmuştur. Fakat bu çalışmalar yeterli kontrolden geçmediğinden sonuçları güvenli değildir.
30 sene sonra Psikiyatrist Jan Ehrenuald, anne ile çocuk arasındaki özel ortak yaşamın “DDA’nın beşiği” olabileceğini iddia etmiştir. Meslektaşı Psikiyatrist Berthold Schuarz, küçük kızı ile arasında bir dizi kendiliğinden telepatik olayların olduğunu bildirmiştir. Fakat hiçbir deney yapılmamıştır. Daha sonra Dr. Schuarz 1971 yılında yayınladığı “Aile-Çocuk Telepatisi” adlı kitabında kendisi ve/veya karısı ve büyümekte olan iki çocuğu arasında DDA olduğu varsayılan 505 olayı örneklemektedir.
Daha ciddi varsayımlar DDA’nın 7-8 yaş altı çocukların düşünme sistemine benzediğini ileri süren ve buna göre, DDA yeteneğinin bu yaşlardan sonra azalması gerektiğini söyleyen psikologlardan gelmiştir. Bazıları ise DDA’nın inanç faktörünün önemine işaret etmişlerdir. Çocuklar DDA’nın olabilirliğine daha gönülden inandıkları için bu özelliklerini göstermede bu inançları yardımcı olmuş olabilir.
1950’lerde, Hollandalı bir parapsikolog ve aynı zamanda okul müfettişi olan J.G. Van Busschbach, binlerce çocukla sınıfta yapılan bir dizi DDA testi gerçekleştirmiştir. Çocukların öğretmenlerinin “gönderici” olarak görev aldığı bir tahmin etme prosedürünü uygulamıştır. İlk testleri süresince ilkokul öğrencileri başarılı olurken, ortaokul öğrencileri iyi sonuçlar elde edemedi. Ulaştığı sonucu Hollanda’da ve Duke Üniversitesi görevlilerince paralel olarak Amerika’da yürütülen çalışmalar ile teyit etti. Busschbach bu sonuçları ilkokulda öğretmenlerin çocuklar ile kurduğu daha iyi ilişkiye ve ortaokulda oluşmaya başlayan çocuklardaki sezgisel düşünmenin teşvik edilmemesine bağladı.
Fakat bu çalışmaların bazı deneysel eksiklikleri mevcuttu. Bu yüzden sonuçların DDA nedeni ile oluşmadığı da iddia edilebilir. Son testleri için Amerika’da prosedürü değiştirdiği zaman sonuçlar rastlantıya oldukça yakın bir seviyede çıkmıştır. Yine de yapılan bu ilk çalışmalar, çocuklardaki DDA’nın araştırılması ile ilgili çalışmaların yapılmaya değer olduğunu göstermiştir.
Sonraki 20 yıl boyunca başta öğretmenler ve öğrenciler arasındaki deneyler olmak üzere çocukları konu alan birçok deney yapıldı. Bazı deney yapan kişiler olumlu sonuçların dışardan bir deneğin değil de öğretmenin vasıta olarak yer almasıyla elde edildiği sonucuna varmıştır. Diğer bazı araştırmacılar ise özel kişilik değişkenliklerinin başarılı DDA sonuçlarında rol oynadığı kanaatindedir. Fakat bu sonuçlar tekrarlanamamıştır. Diğer bir deyişle, ilk deneysel parapsikoloji uzmanları küçük çocukların DDA yeteneği gösterdiği sonucuna varsa da, yaptıkları testler her zaman başarılı değildi ve hiç biri başarı elde etmek için sihirli bir yöntem bulamamıştır. Bazı araştırmacılar daha küçük çocukların özellikle DDA testlerinde başarılı olduğuna dair ipuçları yakalasa da, hiç biri bu teoriyi resmi olarak test edemedi. Bu aşamada çocuklardaki DDA hala yanıtlanmamış bir soruydu.
1970 ve 1980’lerde yapılan çalışmalar, DDA’nın psikolojik veya kavramsal algılamayla ilişkisi ve çocuğun düşünmesindeki olgunlukla ilişkisini içerecek şekilde yaş ve ruhsal işlevlerin bağlantısı üzerinde yoğunlaşmıştır. Parapsikolog Sally Ann Drucker ve onun çalışma arkadaşları New York’ta bir grup çocuk üzerinde, evlerinde veya günlük bakım merkezlerinde (çocuk yuvası) testler uyguladı. Testten önce her çocuğun kavrama yeteneği basit bir psikolojik teknik uygulanarak tespit ediliyordu. Daha sonra çocuklar mantıklı, mantıklı düşünme öncesi grup ve karışık olmak üzere test sonuçlarına göre gruplara ayrıldı. Gelişme psikolojisi ile uğraşan kişiler 5-7 yaş arasında düşüncelerinin daha analitik ve mantıklı hale gelmesi ile değişikliklerin oluştuğuna inanmaktadır.
Her çocuğa uygulanan DDA testinde, çok renkli şekerlerin bulunduğu bir torba kullanılıyordu. Deneyi yapan kişi tarafından bir tane şeker rastgele torbadan çekiliyordu ve çocuk bu şekerin rengini bilmek zorundaydı. Eğer seçim doğru ise, çocuk şekeri yiyordu. Araştırmacılar mantıklı düşünme öncesi çocukların daha yüksek sonuçlar elde edeceğini ummuşlardı. Fakat önemli sonuç elde eden grup “karışık” grup olmuştu. Bundan anlaşıldığı kadarıyla halen bu çocukların mantıklı düşünmeden, mantık öncesi düşünmeye geçişler yaptığı düşünülebilir.
Fakat deneyi yapan kişiler, bu makul derecede başarılı sonuca, deneyi tekrarladıklarında ulaşamadılar. DDA ile kavramsal gelişme arasında hiçbir ilişki kurulamamıştır.
1970’lerin ortaları itibarıyla, çocuklardaki DDA’yı konu alan testlerin sonuçları görünen bir başarı, başarısızlık ve karışıklık idi. Fakat bu İngiltere’deki Surrney Üniversitesi’nden mezun Ernesto Spinelli’nin başlattığı bir araştırma ile değişecekti. Geliştirdiği “normalüstü kavrama” adlı teorisinde iç düşünme süreçleri çok az gelişmiş, olgunlaşmamış organizmalarda DDA’nın daha iyi işleyeceğini söylüyordu. Bu dış veya normalüstü etkilerin organizmanın normal düşünme sürecini etkileme ve kaydetme bakımından daha fazla bir faaliyet alanı bırakacaktı. Bunun yanında 8 yaş altı çocukların benlik duygularının ruhsal iletişimi kesecek derecede gelişmemiş olması nedeniyle DDA görevlerinde daha başarılı olacaklarını söylemiştir.
Spinelli 1000 deneği çiftler halinde ayırdı. Çiftlerden biri gönderici, diğeri ise alıcı görevi üstleniyordu. Hedefler geometrik semboller yerine resimlerdi. Ve denekler, 3 yaşındaki oyun grubu çocuklarından, yaşlı emeklilere kadar geniş bir yelpazedeydi.
Sonuçlar çok belirgin bir şekilde dikkate değerdi. Seçilecek beş resim arasından deneklerin % 20 oranında şans eseri bulma payları vardı. Fakat en küçük çocuklar (3–4 arası) % 45 gibi bir sonuç elde ettiler. Bu, oluşması 1/1000 olan bir olasılıktı.
İkinci grup, daha büyük çocuklar (4–5 yaş arası) biraz daha düşük bir yüzde tutturdu; fakat halen şans oranının üzerindeydi. Daha büyük çocuklar (5-8 yaş arası), yetişkinlerle eşit şekilde şans yüzdesinde bir sonuç elde ettiler. En sonunda kronolojik yaş ile DDA arasındaki temsili bağ kurulmuş gibi gözüküyordu.
Bu çalışması ile doktora derecesi kazanan Spinelli, diğer bazı önemli keşifler de yapmıştı. Örneğin, en iyi sonuçların, çocuk çiftlerinin aynı IQ derecesinde ve aynı yaşta olduğu zaman elde edildiğini buldu. Diğer bir deyişle çocukların aynı kronolojik ve entelektüel gelişme basamağında olduklarında, daha yüksek sonuç elde edilmekteydi.
Fakat Spinelli’nin kullandığı deneysel yöntemin içeriği ile ilgili sorunlar vardı ve eleştirmenler bunları hemen ortaya çıkardı. Çocukların test ile ilgilenmesini sağlamak amacı ile göndericiyi hedef resmi seçerken özgür bırakmıştı. Bu bütün deneyi geçersiz kılabilecek derecede önemli bir kusurdu. Göndericinin seçtiği resimlerin sırası ile alıcıların tahmin etme eğilimleri arasında bir benzerlik bu sonucu ortaya çıkarmış olabilir. Yani gönderici ve alıcı aynı resimleri aynı sıra ile sadece normal eğilimlerden dolayı, aynı resimden hoşlandıkları için, seçmiş olabilirler. Bu aynı zamanda Spinelli’nin ikinci çıkarımını da açıklar. Çünkü aynı yaş ve gelişme düzeyindeki çocukların benzer beğenilere sahip olma olasılıkları daha yüksek olacaktır.
Buna cevap olarak Spinelli deneklere eşit derecede çekici gelecek resimleri belirlediğini ifade etmiştir. Fakat sonraki deneyleri için yöntemini değiştirdi. Bu testlerde hedef resimler rasgele seçiliyordu. Daha az denek ile yapılmasına rağmen sonuçlar hala önemliydi. Bazı eleştirmenler Spinelli’nin bu sonuçlarla ilişkisinin olabileceğini iddia etti. Bu sebeple Spinelli’nin yokluğunda, tamamen kontrollü bir ortamda birkaç test yapıldı. Sonuçlar önemli bir şekilde düşüş göstermekle birlikte hala şans yüzdesinin üzerindeydi.
Diğer parapsikologlar hemen Spinelli’nin etkileyici buluşlarını teyit etmek istedi. Boston yakınlarında bir ilkokulda çalışan Susan Shargal biraz farklı bir metot kullandı. Birinci, üçüncü ve beşinci sınıf öğrencileri üzerinde resimler yerine boş saatleri kullanarak testler yaptı. Bu deneyde kendisi de, üzerinde bir rakam işaretlenmiş saate bakarak, gönderici olarak görev almıştı. Çocuklardan numarayı tahmin etmeleri isteniyordu. Tahmin ettiği gibi sadece en küçük çocuklar iyi sonuç elde etmişti. 1. sınıf çocukları şans yüzdelerinin üzerinde sonuçlara ulaşmışlardı.
Bu çalışmanın da bazı noksanları yok değildi. Shargal, test çalışmasını sürdürürken çocuklarla aynı odada kalma yanlışını yapmıştı. Bu yüzden normal, duyusal yollardan, doğru cevapla ilgili bazı ipuçlarını açığa vurmuş olabilir. Bu olasılık, Shargal’ın gerçekleştirdiği takip eden çalışmasıyla daha da artmıştır. 1.sınıf çocuklarını tekrar test eden Shargal, bu sefer hedef resme kimsenin bakmaması ile duyusal ipucu verilmesini önledi. Test sonuçları şimdi daha düşüktü ve müstakil olarak önemli değildi. Shargal’ın ilk deneyindeki zayıf bir şekilde kontrol edilen koşulların olumlu sonuca yol açmış olabileceği söylenebilir.
Spinelli’nin buluntularını tekrarlamak üzere İngiltere’de daha dolaysız girişimler yapılmıştı. Edinburg’da Hilary Henegaw, Spinelli’nin yöntemine benzer bir şekilde 3–5 yaş arası 150 çocuk üzerinde test uyguladı. Fakat elde ettiği sonuçlar tutarsızdı. Bu onu kendi motivasyonunun Spinelli’ninki kadar yüksek olmamasından böyle bir sonucun elde edilmiş olabileceği üzerinde düşünmeye sevk etti. DDA hakkında özel ve kişisel bir teori geliştirmeye çalışıyordu. Böylece, kişisel olarak daha çok ilgilendiği bir deney tasarladı. Çocukların anneleriyle beraber, annelerinin gönderici olarak yer aldığı deneyler planladı. Bir kontrol olması bakımından bir araştırma görevlisi bazı deneylerde annelerinin yerine çocuklarla deneye katılmıştı. Doğal olarak, Henegan anne-çocuk çifti ile yapılan deneylerin daha başarılı olmasını bekliyordu. Fakat gerçekte tam tersi oldu.
Ben de Spinelli’nin çalışmasını tekrar etmeye çalıştım ve hatta çalışmamı onun buluşlarını yaptığı Surrey Üniversitesi’nde gerçekleştirdim. Onun yaptığı şekilde aynı yaş grubundaki çocuklarla çalıştım ve Sally Drucker’ın renkli şekerlerle yaptığı deneysel yöntemi denedim.
Bu testler, hem kimsenin rengini bilmediği şekeri hem de bir gönderici ve ona eş yaşta başka bir çocuğun alıcı olduğu telepati şartlarının sağlandığı iki deney türünü de içeriyordu. Sonuçlar hep aynı şekilde şans rakamlarına yakındı.
İkinci deneyim Spinelli’nin deneyine daha çok benziyordu. Hedefler resimlerdi ve yaşları 3 ile 5 arasında değişen çocuklar çiftler halinde çalışmıştı.
Her denemede hedef resim rastlantısal olarak, bilgisayarla belirleniyordu. Böylece herhangi bir kişisel eğilimin deneyin sonuçlarını karalaması önlenmişti. Benim bulduklarım Spinelli’ninkilerden oldukça farklı idi. Hiçbir DDA işareti ve yaş ile DDA arasındaki herhangi bir bağlantıya rastlayamadım. Küçük çocuklar oldukça düşük, hatta büyüklerinden de düşük sonuçlar elde etmişlerdi.
Bu çalışmadaki uyuşmazlık nasıl açıklanabilir? Spinelli çocukları ile yaptığı deneylerde, her zaman için tahmin ettiği şekilde beklenmedik önemli sonuçlar elde ediyordu. Fakat buluşlarını kontrollü bir ortamda tekrarlayan bizler başarısız olmuştuk. En iyi sonuçların tekrarlanamaması parapsikoloji için aşina bir durumdur.
Birkaç tane olası açıklama vardır. Ben şahsen Spinelli’nin deneylerini yakından izledim ve hatta bazı testleri yapılırken gözlemledim.
Deneylerinin çoğu, “tahmin etme sırası”nın uyuşabilmesi etkisinden dolayı kusurluydu. Spinelli, bu kusurun önemini reddetti ve daha sonra yaptığı deneylerin (başarılı olanlarının) bunu doğruladığını söyledi. Gerçekte Spinelli’nin kusursuz kontrol altında gerçekleştirdiği deneyler en son yapılan birkaç dizi deneydi ve bunlarda da en düşük sonuçlar elde edilmişti. Ayrıca şaşırtıcı çalışması kapsamlı olarak bir dergide yer almadığından dolayı diğer kişiler için değerlendirme yapmak zor olmaktadır.
Fakat Spinelli, sonuçlarının DDA’yı gösterdiğine inanmakta ve çalışmasını tekrarlayıp aynı sonuca ulaşamayan kişilerin doğru kişiliğe, yeterli motivasyonlara sahip olmayanlar olduğunu iddia etmiştir. Bunlar bazı olasılıklardı. Fakat Hilary Henegon, Edinburg’da yaptığı çalışmada motivasyonu özel bir unsur olarak kullanması yüzünden bu iddialar buluntularla çelişmektedir. Ben de tüm varyasyonları kullanmama rağmen çocuklardaki DDA ile ilgili hiçbir belirti elde edememiştim.
Açıkça böyle bir şeyin olmadığı söylenebilir mi? Eğer durum buysa, niye bu kadar çok insan, olduğuna inanmaktadır? Bu sorunun cevabı daha kolaydır. Ailelerin, özellikle annelerin çocukları ile çok özel bir ilişkileri vardır. Annelik tecrübesi, daha evvelki tecrübelerinin hepsinden daha farklı bir şey olabilir. Bebeği, tamamen korumasız ve tamamen ona bağımlı durumdadır. Her gün saatlerce bebeğini kucağında tutarak, onun küçük ve parlak gözlerine bakarak geçirir. Her hareketini takip eder ve her burun çekişini ve bağırmalarını dinler. Bebeğin ne hissettiğini ve bu kadar küçük olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışır. Bu kadar yakınlık ve sevgi yoluyla bu anlayışa ulaşılır. Aile ve çocuk bu kadar yakın olduğunda her biri diğerinin neye ihtiyaç duyduğunu, ne hissettiğini ya da ne yapmak üzere olduğunu öğrenmeye başlar. Bunu yüzün ifadelerinden ve vücudun duruşundan çıkarırlar. Bu hal içerisinde normalüstü bir şeyin olduğu hissine kapılanabilinir. Fakat şüphesiz ki olan, başka bir canlıyı severken yaşanılan özel, normal durumdur. Tabii ki DDA’nın yardımına ihtiyacımız yoktur.
Öyleyse çalışmaya ve alternatif açıklamalara göz attıktan sonra başlangıçta sorduğumuz soruya cevap verebilecek miyiz? Hepimiz DDA ile mi doğuyoruz? Ve öğrenme ile eğitim bizim “doğal” ruhsal güçlerimizi bastırıyor mu?
Ne kadar yakında ararsak cevaplar bizden o kadar uzaklaşıyor gibi görünmektedir. Eğer tek başına Spinelli’in sonuçlarına bakarsak buna içten bir “evet” cevabı verebiliriz. Fakat elde ettiği sonuçların tekrarlanması güç olmuştur. Bilim, başlangıçtaki buluntuları teyit etme, teorileri değişik açılardan test etme ve buluntuların altında yatan oluşumu anlamaya çalışma sürecidir. Bilimsel ilerleme bu şekilde olmaktadır. Parapsikologların çocuklardaki DDA’yı araştırma sonucu elde ettikleri sonuçlar birbirleriyle çelişir olmuştur. Çok az bir gelişme olmakla beraber Spinelli’nin çalışmasını teyit etmek amacıyla yapılan çok iyi kontrol edilmiş deneyler de sonunda başarısız olmuştur. Eğer çocuklar doğuştan ruhsal güçleri ile doğuyorsa, bunca yıllık araştırma bizi, 6. duyuyu anlamaya yaklaştırmış olmalıdır diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Çocuklardaki DDA ile ilgili buluntular, DDA’nın genelindeki buluntular kadar şaşırtıcı ve çelişkilidir.




Kaynak: FATE, Ocak 1987
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin
Admin
Admin
Admin


Zodyak : Yay
çin astrolojisi : Köpek
Mesaj Sayısı : 358
Kayıt tarihi : 11/04/09
Yaş : 41
Nerden : Türkiye
Lakap : Garf

Duyular Dışı Algılama Empty
MesajKonu: Geri: Duyular Dışı Algılama   Duyular Dışı Algılama EmptyPtsi Ağus. 30, 2010 11:13 pm

DDA Nasıl Bir Etkidir?

DDA etkisi insanın bu güne kadar bildiği etki çeşitlerinden hiç birine benzememektedir. Burada farklı bir enerjetik etki söz konusudur. İnsan bu enerjiyi parçacıklar halinde sürekli olarak etrafına yaymaktadır. Bu enerji parçacıklarının zaman ve mekan bakımından hiçbir sınırı yoktur. Hareketleri herhangi bir engelden etkilenmez. Yani uzaklık şimdi, geçmiş ve gelecek diye bir sınırlamaya tabi değildir. Bizim hız anlayışımızın çok üstünde olan hızlarda hareket edebilmektedir. Bilinen hiç bir enerji şekli bunları gerçekleştiremez.

DDA Çalışmasında Etki Nasıl Meydana Gelir?

Dış dünyayla sürekli iletişim hali içinde bulunmaktayız. Bir DDA çalışmasında ise bu etkileşim iki ana safhada olur.
1— Henüz tanımlanamayan bir enerji ile bir etkinin şuur altına gelmesi farkına varamadığımız bu enerji vasıtasıyla eşyadan ya da kendi dışımızda bulunan her şeyden devamlı olarak tesirler almaktayız. Buna objektif aşama diyebiliriz.
2— İkinci aşamada sübjektif bir süreç söz konusudur. Yani zihinde ve sinir sisteminde cereyan eder. Dolayısıyla bireyin zihinsel yapısında ve nörofizyolojik özelliklerinde değişiklik gösterir. Yani her hangi bir algı ferdin şuur alanına çıkmadan evvel anlaşılır hale gelmeden önce şuur altı tarafından kendine göre işlenir. Herkes bir algı alır fakat bu önce şuuraltı süzgecinden geçer. Doğrudan doğruya şuura gelmez. Burada söz konusu olan beyine bağlı şuur altı değil ruhsal şuur altı, gayri şuurdur. Bunu bir aysberge benzetebiliriz. Bunların dokuzda biri su üstünde görünür, kalan büyük bir kısmı ise su altındadır ve uzaktan bakıldığında fark edilmez. İşte bizimde normal şuurumuzun dokuz misli bir şuur altı faaliyetimiz vardır.
Kendimizden dışta olan her şeyden algıladıklarımız önce şuur altına uğrar kendine göre işledikten sonra şuur üstüne çıkar. Eğer dışardan gelen algı özellikleri taşıdığı enerji ve bilgi içeriği ile o algı ile karşılaşan bireyin şuur altı birikimi bir birine uyuyorsa algı mümkün olduğu kadar az şekil değiştirerek şuura aktarılır. Dışarıdan gelen tesirle bireydeki bir araya geldiğinde özde çok az değişiklik meydana geliyorsa bu son derece iyi bir sonuç olarak değerlendirilebilir. İlhamlar, vahiyler ve büyük kehanetler bu tiptedir. Rüyalar sezgiler ve düşünceler bu açıdan değerlendirilebilir.

DDA’da Sembolik İfadeler

DDA, rüyalarda olduğu gibi sembolik bir şekilde ifade bulabilmektedir. Bu nedenle bu çalışmaları yapanlar, kendilerine göre bu sembollerin ne ifade etmek istediğini sınamaları gerekmekte adeta şifre çözücü bir sistem kurmalıdırlar.
Yapılan araştırmalar sonucu bu güçlerin bazı özellikleri saptanmıştır. DDA daha çok kendiliğinden ortaya çıkar. Bir deneyin aynı ortamda tekrarlanması zordur.
Alınan bilgiler DDA’nın ikinci devresinde alıcının çeşitli bilinçaltı reaksiyonlarıyla semboller halinde biçimlendikten sonra hayal gücüyle çarpıtılır.
Yakalanan bilgiler alıcının fiziksel durumuna göre değişik şekillerde ortaya çıkar. Örneğin alıcı uykuda ise rüya, uyanık ise illüzyonlar, iç sıkıntıları, içe doğma vb. şekillerde ortaya çıkar.
Alıcıların DDA yetenekleri günden güne deneyden deneye değişebilir.
DDA tüm canlılar için geçerli olan bir özelliktir. Buna örnek olarak hayvan göçlerini verebiliriz. DDA yeteneği insanda belirgin olabileceği gibi belirgin olmaya da bilir. Ama bu DDA yeteneğinin olmadığı anlamına gelmez, bu şahıslarda DDA gizli bir yetenek halindedir. Çocuklar kendilerini etkileyen her şeyi daha kolay dışa vurabildikleri için DDA konusunda daha yeteneklidirler. Özellikle anne ile çocuğu arasındaki DDA ilişkisi oldukça belirgindir. DDA olayları mesafe faktöründen etkilenmez, uzak mesafelerden yapılan telepati çalışmaları da bunu ispatlamıştır. Hatta günümüzde uzay çalışmalarında da kullanılmaktadır. DDA zaman faktöründen etkilenmez. DDA ile alınan bilgi alıcı tarafından hemen alınmayabilir. Çeşitli psikofizyolojik reaksiyonlar nedeni ile algılama işi DDA naklinden uzun süre sonra olabilir. DDA olayı bilinen engellerle engellenemez. Deneylerin elektromanyetik dalgaları geçirmeyen Faraday kafesinde veya radyoaktiviteyi geçirmeyen kurşun duyarlı odalarda yapılması DDA’yı etkilememiştir.
Hipnotik hal alıcıda DDA için uygun bir ortam sağladığından, alıcının gizli DDA yeteneklerini ortaya çıkarmada yardımcı olabilir.

Psişik Yeteneklerimiz ve Tekamül

DDA kanalıyla gelen bilgilerin bizim tarafımızdan algılanmasının bizim tekamülümüz icabı kabule hazır durumda bulunması gerekir. Böyle bir algıyı almaya Ruhsal tekamül bakımından hazır durumda değilsek bünyemizde bulunan ket vurma mekanizması tarafından engellenir.
İşte insanlar çok eski çağlardan beri farkına varmış olacaklar ki özel eğitim şekilleri, inisiyasyonlar geliştirmişler. Dolayısıyla inisiyatik sofice çalışmaları, gizli öğretiler, teozofik ve okült çalışmaları uygulamışlardır. Çünkü bu kabule hazır olma durumunun yaratılması lazımdır. Zira genel bir bilgi içerisinde, genel evrim süreci içerisinde bu kolayca elde edilemiyor. Böyle bir eğitim—öğretim insanın bu tip algıları kabule hazır duruma gelmesine neden olacaktır. Yani bireyin daha hızlı tekamül etmesine, bilerek olgunlaşmasına yardımcı olur.
Her birimizin zihninde birtakım izler, hatıralar, tecrübeler ve en büyüğünden en küçüğüne kadar arzular, duygular, endişeler, inançlar vardır. Bunlar hep şuur alanımızı kaplamış vaziyettedirler. Bir takım geri ya da yüksek seviyeli çıkarlarımız vardır. Bu psikolojik faktörlerin hepsi şuurun daralmasına şuurun devamlı meşgul halde bulunmasına yol açarlar. O halde şuuru meşgul etmemek sakin tutmak demek hatıralarda, fikir çarpışmalarıyla geçmiş hayat tecrübeleriyle uğraşmamak bunları unutmak, zihinde bunlara yer vermemek demektir. Gereksiz fikir çağrışımlarına ket vurmak, arzu ve ihtirasları mümkün olduğu kadar en aza indirmek, endişelenmemek ve korkmamakta bu bakımdan yarar vardır.
İnanacağız ama bu inancımızı her zaman değişime hazır tutmalıyız. Bizi tutucu halde bırakmayacak insan çıkarım düşünür ama tamamen tüm zihnini kaplayacak düzeyde değil. Demek ki bütün bunlar ya da böyle bir hal içinde bulunmak DDA’nın elde edilmesine elverişli bir durum meydana getirmektedir.
Bir psişik yeteneğin açığa çıkması için çaba göstermek yeterli değildir. Bu yetenek açığa çıktıktan sonra bunun kontrolü ve disipline edilmesi için gayret gösterilmelidir. Bu nedenle konunun ahlaki yönünün de önemi vardır. Psişik ve medyonomik yetenekleri olan bir insan ahlaksal ve manevi açıdan çok gelişmiş biri olmayabiliyor.
Çevremizden çok çeşitli tesirler alıyoruz ve eğer kendimiz olmak istiyorsak ve kendimizi bu tesirlerin akışına bırakmamak için günlük yaşam ve çalışma hayatımızda bize yol gösterecek bir yaşam rehberi, ahlaki ve manevi bir model tesis etmemiz özellikle, niyet ve amacımızı belirlememiz gerektirir. Böyle bir modeli kurup benimsedikten sonra psişik yeteneklerimizi geliştirmek için çalışabiliriz. Bu şekilde bu yetenekler şuurlu kontrolümüz altına girer. Şuurlu olarak yapılanlar insanlığın tekamülüne hizmet eder.


DDA Özünün Ruhsal Kapsamda Ele Alınması

Bir başlangıç yapmak için öncelikle doğru olabilecek bir varsayımdan yola çıkmak istiyoruz: Duyular dışı algı ile ruhun, büyük bir ihtimalle birbirinden ayrılamaz olduğunu kabul ediyoruz. Şaşkınlık oluşturan ve mantık ötesi aktiviteleri kaydeden bir zihin (veya beyin) olmadan, DDA’nın var olduğunu hemen hemen hiç kimse ileri süremezdi. Bu ifadeyi biraz daha derinleştirmek istiyoruz: Duyu dışı algı yardımıyla elde edilen bilgiler veya enformasyonlar, bir algıya hazırlıklı olan ve içlerinde ona karşı herhangi bir engel bulunmayan şuur alanlarında kaydediliyor.
Bu yüzden psişemizin sahaları, yeni tanımlanmış DDA’nın temel alanını oluşturmalıdır. Bu alan, bundan sonra tecrübeye adeta aykırı düşen kavramlarla değil, aksine bizim tecrübe alanımızdan alınan kavramlarla tarif edilmelidir. Psikoloji, insan psişemizin değişik yönleri için bir dizi kavram oluşturdu, fakat bunlardan sadece çok azı bizim amaçlarımız için uygundur.
Bu kavramları bizim DDA sahnemiz için kullanmak zorunda kalsaydık, tuhaf ve oldukça çirkin bir mizansen elde ederdik. Buradan ego için bir kavram, oradan alt şuur için bir kavram daha başka bir yerden üst şuur için bir kavram ve bundan sonra belki bir de 1, 2 ve 3 şuur durumları için ek kavramlar alırdık. Rüyalar, kendiliğinden oluşan tecrübeler, gündüz düşleri, l den 20’ye kadar değişen durumlar için kendimizi pek çok kavramla bağlamak zorunda kalırdık.
Sonra da bu kavramları, ne anlama geldiklerini anlayamadan, okuyarak kopya etmeye çalışırdık. Kendi psişemiz hakkında kendi tecrübelerimizi edinmek için kendimiz ile sezgisel olarak özdeşleştirebileceğimiz, hakikatin bir halkasını içeren kavramlara ihtiyacımız var. Gidip de durduk yerde, “Psişeni tanı!” diyemeyiz. Psişemizi hayatımızın her anında öğreniyor olmamıza rağmen, bu deneme sonuçsuz kalırdı. Psişemizin objektif kelimeler ile yansıma oluşturmasını, kendisini gerçek olarak açığa vurmasını ve bu hakikat anlamında hepimize tanıdık gelmesini sağlamalıyız.
Bu amaca ulaşabilmek için tek yol, benzetmelere başvurmaktır. Kullanabileceğimiz birçok benzetme var, fakat ben, bizim için özellikle uygun olan bir benzetmeye rastladım, çünkü bunun üç tane avantajı var: Herhangi bir kavram oluşturmuyor, psikoloji tarafından çürütülemiyor ve bizim tecrübe alanımıza hitap ediyor.
1904 yılında, psikolog olan Denton J. Snider’ın yazdığı bir eserde bu benzetmeden söz ediliyor. Snider’ın kitabı, birçok kavram oluşturan Freudçuluk, hakimiyeti eline geçirmeden ve daha da çok etiket oluşturan psikolojinin ihtisaslaşmış ve mekanik görüşleri hayata geçmeden önce var olan ruhun fenomenolojisine harika bir gezi yapıyor. Snider şöyle diyor: “Psikoloji kavramını, kendi yalınlığı içerisinde ele alırsak ruh ya da zihin bilimi anlamına geliyor. Böyle bir tanımlama bile, geniş bir hareket alanına izin veriyor. Bu hareket alanı değişik yazarlar tarafından bir ihtisaslaşma eğilimiyle değişik şekillerde sınırlandırılmıştır. Şu sıralar bilimin en yaygın görüşüne göre psikolojinin konusu; algılama, sezgi yeteneği, hafıza gibi psişenin fenomenleridir. Bu fenomenler, tarif edilmek ve bir çeşit düzen sistemine sokulmak üzere bu bilim dalı tarafından keşfedilir. Nasıl doğa bilimlerinin kendilerini adadıkları doğa fenomenleri varsa, psikoloji bilimi de psişenin fenomenleri ile ilgileniyor. Nasıl çiçeklerin çeşitleri varsa, psişenin aktivitelerinin de çeşitleri var; nasıl jeolojide yer katmanları varsa, psişenin de katmanları var. Bunun ardından fenomenlerin bu iki çeşidi arasındaki farkı görüyoruz. Jeolog yer katmanını algılıyor ve kendi şemasına koordine ediyor; fakat o kendisini, yer katmanını algılayan birisi olarak algılarsa, o zaman artık jeolog olarak değil, bir psikolog olarak hareket ediyordur. Zihin, kendisinin dışında bulunan bir objeyi gözlemlemekten, kendi aktivitesini gözlemlemeye geçtiği an, kendine özgü bir bilimi olan yeni bir alana adım atmış olur, bambaşka fenomenler karşısına çıkar.”
Snider’in değindiği iki özelliğe başka bir tane daha ekleyebiliriz, ki bu da sınır özelliğidir. Ve şunu söyleyebiliriz: Tıpkı doğadaki her şeyin çeşitli sınırları olduğu gibi, zihin de çeşitli sınırlara maruz kalır. Fazla alkol aldığımızda, uç olaylar yaşadığımızda, duyum artırıcı uyuşturucular aldığımızda ya da harika bir senfoniyi veya rock grubunu dinlediğimizde sınır kaymalarına maruz kalırız. Bu tür zihinsel algılanabilir fenomenler için ille de kavramlara ihtiyacımız yok. İsimleri olmasa da sürekli bir şekilde zihnimizde oluşuyorlar.
DDA’nın yeni alanını psişik aktivitelerin bu değişik sınıfları, bu değişik psişik katmanları ve psişik ufkun değişik kaymaları oluşturuyor. Öncelikle duyular dışı algının unsurlarını, ardından da değişik özelliklerini öğrenebildiğimiz çerçevede duyular dışı algı çalışıyor ve işliyor. Her birimizde bütün bunlar belli bir düzende vardır. Bu düzene “duyular dışı algı özünün ruhsal kapsamı” demek istiyorum. Bu kavram, başka bir etiket olma tehlikesiyle karşı karşıya, fakat tam olarak değil. Bu kavram, hiçbir tecrübeye dayanmayan akılsal bir etiketten ziyade tecrübelerden yola çıkarak bir hikaye anlatan mecazi bir kavramdır.
DDA özünün psişik yayılımı, tıpkı Türkiye’nin bozkırlarındaki, Amerika’nın orta batısında bulunan düzlüklerdeki ya da Meksika’nın ormanlarındaki müthiş tepelere benziyor. Dıştan bakınca ağaçlar ve çalılıklarla örtülmüş, yükselen tümseklere benziyorlar. Ara sıra bu tepeler çöplük görevini görüyorlar. Ve insan bazen bu tepelerde basit çanak çömlek, bir ok başı, küçük heykelcikler gibi küçük kalıntılar bulabiliyor.
Arkeologlar kazı işlerine başladıklarında, bunun bir tepe değil, bir kalenin kalıntıları, şahane bir anıt mezarlık veya büyük bir tapınak olduğu ortaya çıkar. Arkeolog kazıda ilerledikçe su basmanları, odaları, sanat eserlerini ve antik kitabeleri bulur ve bu anahtar nesnelerden yola çıkarak, bir zamanlar orada yaşamış olanların yaşam tarzı hakkında bir fikir edinebilir. Bu nesneler, onun, bu nesnelerin yüz yıllar boyunca görünmeyen, bilinmeyen ve ulaşılmaz olan amaçlarına ve hedeflerine sezgisel bir bakış atmasını sağlar.
Duyular dışı algıya geri dönersek, aklımıza çölde veya düzlükte çalılıklarla kaplı bir tepe gelmemeli elbette ki, fakat ruhta bir yükselti düşünmeliyiz. Çünkü DDA, ruhsal bir maharet veya sanattır. Bu ruhsal yükselti ruhun düzeylerinde veya katmanlarında gizlidir. DDA’nın yüzeyde toplanan nitelikleri hakkındaki fikirler doğada bulunan çalılıklara benzetilebilir.
Yüzeyde bulunan sanat eseri kalıntıları kendiliğinden ortaya çıkan DDA tecrübeleri ya da laboratuar sonuçlarıdır. Bu fenomenler, tıpkı çanak kırıkları veya küçük heykelcikler gibi en azından tepenin (yükselti) içine tam olarak girilmeden önce açıklama getirmiyor.
Bu ruhsal yükseltinin yüzeyindeki sanat eserlerine rağmen, bugüne kadar hiç kimse yükseltiyi kazmadı ya da özüne ulaşmadı. Ve bu yüzden içteki gizler, dıştaki yığınlar tarafından örtülü kalıyor.

DDA Süreçleri Görünmezdir

Yüzeydeki psişik örtüler nedeniyle paranormal süreçler, genelde bizim doğrudan mantal algımız için görünmez kalmaktadır. Herhalde zihnimizin şuurla şuurdışı arasındaki alanında veya alt şuurda meydana geliyorlar. Bununla birlikte duyular dışı bir tecrübe yaşadığımızda, bu görünmeyen süreçlerin uyanıklık veya şuur durumunda ortaya çıkan sonuçlarını görüyoruz.
Görünmeyen şeylerle uğraşıldığında, bunlar, genellikle gözle görülebilir veya elle tutulabilir, en azından düşünülebilir şeylerle karşılaştırılır. Bu yolla görünmeyen, bildik, düşünen şuurun akılsal bir şekilde meşgul olabileceği bir düzeye getirilir. Fakat hiçbir şekilde unutmamamız gerekir ki, şuur düzeyindeki uğraşlarımızı kolaylaştıran bu benzetmeler ve dayanaklar sadece geçicidir.
“Duyular dışı algı” kavramı görünmeyen bir şeyin ismidir ve durugörü, telepati ve uzaktan algı gibi başka görünmeyen süreçleri içerir. Bir kişi bin kilometrelik bir uzaklıkta meydana gelen bir faaliyeti veya hareketi “görüyor”; “görünen”in doğruluğu kanıtlanırsa, “Tamam, bu durugörüydü.” deniyor. Buraya kadar doğru, fakat “durugörü” diye tabir edilen süreç esnasında nelerin gerçekleştiği hakkında hiçbir şey öğrenmiş olmuyoruz.
İnsandaki paranormal fenomenlerin düzenli araştırması başladığından beri, duyular dışı algının da fiziksel duyular gibi çalıştığı fikrinden yola çıkılmıştır, yani gözlerimizle nasıl görüyorsak, DDA’da da tıpkı öyle “gördüğümüz”, kulaklarımızın duyduğu gibi “duyduğumuz” ve dokunma duyumuzun hissettiği gibi “hissettiğimiz” kabul edilmiştir. Bu tip beklentiler sebepsiz değildir, çünkü başarılı DDA durumlarında bu, gerçekten de böyleydi. DDA tecrübesini gerçekleştiren kişi, sanki gerçekten gözleriyle görmüşçesine oldukça net ve ayrıntılı DDA izlenimleri edinmişti.
Eğer durum gerçekten böyle ise, DDA süreçleri hep bu şekilde gerçekleşiyor diye yanlış bir fikre kapılmamız doğaldır. Ancak gerçekte elimizde olan şey, uygun koşullarda kendiliğinden oluşan, görünmeyen süreçlerin sonuçlarıdır. Bu oldukça tipik çalışma şekli, elde edilen sonucun DDA ile özdeş olduğu yolundaki beklentilerimizi doğruluyor ve manamızı kuvvetlendiriyor. Ancak böylece bu tip sonuçlan oluşturan görünmez süreçlerle her türlü temas imkanından uzaklaşıyoruz. Daha sonra göreceğimiz gibi DDA, aslında birçok değişik süreç çeşidinden oluşuyor. Bu süreçler, bir kişi DDA’dan herhangi bir şekilde yararlanmak istediğinde, görünmez bir biçimde meydana gelen bir dizi “ruhsal faaliyetlerin oluşmasıdır”.
Burada görünmeyen DDA süreçlerinin kendine özgü yönlerine daha derinlemesine girerken, daha yüksek içeriklerin izini kaybetmek ve özellikle de sıkça yapılan bir hataya düşmek istemiyoruz. “DDA sonucunu”, geniş ve görünmeyen psi sisteminden ayırıp izole ederek büyütecin altına koymak ve bu arada bu sonucu ortaya çıkaran kapsamlı paranormal hakikatlerle olan bağlantıyı kaybetmek istemiyoruz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin
Admin
Admin
Admin


Zodyak : Yay
çin astrolojisi : Köpek
Mesaj Sayısı : 358
Kayıt tarihi : 11/04/09
Yaş : 41
Nerden : Türkiye
Lakap : Garf

Duyular Dışı Algılama Empty
MesajKonu: Geri: Duyular Dışı Algılama   Duyular Dışı Algılama EmptyPtsi Ağus. 30, 2010 11:20 pm

DDA için yeni bir alan

Parapsikolojinin başarılı bir şekilde yapay psi (DDA) fenomenleri oluşturma konusunda yeni, tamamen tasfiye edilmiş, yeterli ve matematiksel olarak ele alınabilen bir yöntem geliştirilmesinden sonra akla şu soru geliyor: Acaba parapsikoloji bunu yaparken bu fenomenlerin, kavranması daha zor ancak kültürel ve biyolojik açıdan daha önemli olan asıl örneklerini göz ardı etme eğilimi mi gösteriyor?


Bir konuda herhalde hepimiz hem fikiriz: Her sistemin parazitlere benzer bazı entrikaları vardır ki bunlar sistemin bozulmasına yol açarlar. Çok fazla entrikası olan bir sistem en başından çalışmayacaktır.
Entrikalarla dolu bir sistemi çalıştırmaya kalkışan bir insan en sonunda çileden çıkacaktır. Demek ki bu durumda gerekli olan şey, sistemi entrikalardan arındıracak olan bir tür haşere temizleyicisidir; aslında oldukça ciddi ancak fazla kabul görmeyen bir meslek. Güvenilir haşere temizleyicisi, çok gelişmiş insan beyinlerinin oluşturduğu bir sistemin, kendisinde “parazit” olduğunu itiraf edemeyeceğini bildiği için sahne gerisinde kalır. “Parazitin” varlığını itiraf etmek aklın şanına gölge düşürür, bu da kimsenin fazla araştırmak istemeyeceği bir durumdur. Bu yüzden haşere temizleyicileri beklenmedik aksaklıkları, hataları, kusurları, eksikleri ortaya çıkarmak için işlerini sessizce yapıyorlar. Ve sistem tekrar çalışabilir duruma geliyor. Çoğunlukla bu, her şeyiyle yepyeni bir sistem oluyor.
Hayatı boyunca DDA’nın incelikleriyle ilgilenmiş bir bilgin ve parapsikolog olan Dr. Jan Ehrenwald parapsikoloji’yi şöyle tarif ediyor: “Parapsikoloji, günlük hayat içersindeki olağanlığın ötesine geçen telepati, durugörü ve psikokinezi gibi kısa süre öncesine kadar bilim sınırlarının dışında bulunan olayların sistematik araştırmasıdır. Parapsikoloji, insanın kendisi hakkındaki bilgisini araştırırken bilinmeyenleri bulup anlamaya çalışması yanında psikolojinin yeni bir sınırını oluşturmalı. Fakat yine de parapsikoloji tam anlamıyla yeni bir saha açmıyor.”
Parapsikoloji (ve onun atası olan psişik araştırma) bir yüzyıldan beri var. Bu zaman zarfı içerisinde paranormal yetenekler şevkle araştırıldı, ancak ne yazık ki fazla basarı elde edilemedi. Matematiksel sistem DDA’nın gerçekten var olduğunu gösterirken DDA’nın daha ileriye giden ve daha verimli olan asıl yönleri gün ışığına çıkmadı. DDA’nın bileşenleri hala kavranamamış durumda, öylesine ki parapsikologlar yüzyıllık bir arayıştan sonra şaşkınken bu konuda kuşku duyanlar sevinç içerisinde.
Tuhaf bir durum. Her birimiz kendimizce duyu dışı algılamanın var olduğunu biliyoruz. DDA sürekli olarak kendiliğinden ortaya çıkıyor, hem de oldukça geniş bir alanda, ancak parapsikologlar onu bir türlü yakalayamıyorlar. Bununla birlikte parapsikoloji kendi çevresi dışındaki kaynaklardan sık sık sert tepkiler görüyor. Parapsikolojinin ve onun temsil ettiklerinin diğer bilimlerin -ki ayrıca bu diğer bilimler DDA ve psi hakikatleri dikkate alınmadan oluşturulmuş tur- eksik yönlerini ortaya çıkardığını göz önüne alırsak, bu durum doğaldır. İnsan kendi sistemine odaklanmıştır. Psi karşıtı otoritelerin birçoğu paranormal olayların varlığı kanıtlanırsa kendi sistemlerinin yanlış olduğunun ortaya çıkacağını itiraf ettiler. Görüldüğü gibi tepkilerin sebepleri açıkça ortada. Fakat bununla parapsikolojinin genel olarak ilerleme göstermeyişini açıklayabiliyor muyuz? Resmi olmamakla birlikte parapsikologların kendileri de ilerlemenin yavaş olduğunu kabul ediyorlar. Aralarından çok azı herhangi bir paranormal fenomenin tam olarak var olduğunu resmen ilan etmektedir. Hala daha ısrarla araştırmakta olduklarım söylüyorlar. Ve varlığı bir türlü resmen ilan edilmeyen şeyin, hala gerçekten keşfedilmemiş olduğunu gösteriyor. Ve artık yüzyıllık gayretli çabalardan sonra parapsikologların paranormal olayları araştırmakta kullandıkları sistemlerin eksik yönlerini tespit etmelerinin zamanı gelmiştir.
Duyular dışı algılamadaki hareket tıpkı çöllerdeki kumulların gösterdiği muazzam kaymalara benziyor; kaymalar ince ve sürekli akarak oluyor. Kim bilir, belki de parapsikolojinin bu kumullara ayak yapılan çöl seyahatleri için mükemmel olan ve böyle bir gezi için daha uygun düşen develer yerine, keskin nalları kumlara batıp kalan atlarla yaklaşmaya çalıştığı ortaya çıkacak.
Bu benzetme, içimizde var olan olan hakikatin, yani duyular dışı algının gelecekte umulan gelişimin etrafında seyredeceği odak noktasını göz önünde tutmamıza yardımcı olacaktır. Ayrıca Dr. Ehrenwald’ın şu derine inen görüşünü de anlamamızı kolaylaştırıyor: “Deneylerle elde edilen kanıtlar, ne dereceye kadar günlük hayatın şartlan altında kendiliğinden ortaya çıkan DDA fenomenlerinin bir laboratuar kopyası olarak kabul edilebilir? Kendimize şunu sormalıyız: Acaba DDA laboratuar deneylerinde gözlemlediğimiz “basit” şeyleri işlerken, tarihin başlangıcından beri insanları şaşırtan ve korkutan gerçekten önemli psi olaylarının “aslını” gözden kaybetme tehlikesiyle mi karşı karşıyayız? Kapıyı bir parça araladığımızda belki de kaybettiğimiz paranormal hakikatin sadece mikroskobik bölümlerini algılayabiliyoruz.”
Yeni şeyler karşısındaki düşünme şeklimizi göz önüne aldığımızda yeni hakikatler ve fikirler garip karşılanıyor. Yeni bir şey tanıtan her yazar okuyucuyu bilinmeyene yaklaştırmak için onun bildiği kavramlarla çalışmak zorundadır.
Duyular dışı algılamanın etki sahasına gelince, yeni bir alanın oluşturulması iki önemli sebepten dolayı oldukça güç.

DDA Zor Kavranır

Yüzyıllık bir araştırmadan sonra dahi “duyular dışı” diye adlandırdığımız fenomenler tam olarak anlaşılamamıştır. Bununla birlikte anlamamıza yardımcı olabilecek bazı normal yönergeler var.
Parapsikolojinin yeterli derecede gerçekleştirdiği klinik deneyler karşısında bu fenomenlerin varlığını inkar etmek imkansız gibi. Kanıtlar gerçekten de çok büyük, ancak DDA’yı harekete geçiren mekanizma bulunamadı ve kavranamadı, öylesine ki değişik DDA fenomenlerinin asıl prensiplerine yaklaşılamadı bile.
Buna bir de DDA’nın objektif, yani kendimizin dışında bulunan bir şey olarak incelenememesi ekleniyor. DDA bizim ruhsal varlığımızın normal şuurumuzun algılayamayacağı alanlarından meydana geliyor. Yüzeyde ortaya çıkması bizim normal yorumlama şeklimize göre saçma oluyor.
Bugüne kadar kullanılan araştırma metotları çerçevesi dahilinde duyular dışı olaylar kendilerini pek iyi somutlaştıramıyorlar. Gelip gittiklerine dair elle tutulur kanıtlar bırakmadan şuurumuza ve ruhumuza akıp giriyorlar ve tekrar çıkıyorlar. Bu yüzden de DDA’nın varlığına devamlı inananlar dahi sürekli hareket halinde bulunan bir gölgenin, bu gölgeyi neyin oluşturduğunu bir türlü keşfedemeden, peşinde oldukları duygusuna kapılabiliyorlar. Buna bağlı olarak duyular dışı algı hiçbir zaman standartlaştırılmış bir konuma ulaşamadı. Hatta bu fenomeni inceleyen bilim dalının, yani parapsikoloji’nin dahilinde bile ulaşamadı.

DDA Yanlış “Etiketler” ile Damgalanıyor da Olabilir

DDA’nın görünmez ve kavranamaz doğası kalıcı bir şaşkınlık oluşturmaya yetmiyorsa bile bunu, görünmeyeni tanımlamak için kullandığımız kavramlar başarıyor. “Duyular dışı algılama (DDA)”, “telepati”, “durugörü”, “psikokinezi” gibi kavramlar uzun süreden beri kullanmakta olduğumuz kelimeler ancak hiç kimse de tam olarak ne anlama geldiklerini bilmiyor.
Burada sözünü ettiğimiz problemi biraz açmak için ‘Telepati” kavramını örnek olarak alıyoruz.
Telepati, iki kişinin zihinlerinin doğrudan iletişimi ya da bir zihnin diğer bir zihin ile normal duyumsal kanalların dışındaki başka kanallarla iletişimi olarak değişik şekillerde tanımlanıyor.
Bu tanımlamalar sonuç itibariyle doğru içeriklere sahip olabilirler. Ancak şu anda elimizde bu tanımların içeriğini temellendirecek hiçbir kanıt yok.
En iyi ihtimalle şöyle söylenebilir: Bir kişide var olan düşüncelerin bir başka kişide ortaya çıkması şeklinde bir veya daha fazla kişinin zihni ile başka bir veya daha fazla kişinin zihni arasında herhangi bir irtibatın bulunduğu durumlar vardır. Bir zihnin bir diğerine bir şeyleri doğrudan “gönderdiği” ve diğerinin de bunları “aldığı” sadece bir tahminden ibaret. Bununla beraber, aslında var olabileceğini düşündüğümüz bir şeyin tanımı olmalarına rağmen, buna benzer kavramlar ve unsurların neler olduğu hiçbir şekilde bilinmeyen, görünmeyen şeyler olarak kabul ediliyorlar ve bu yüzden gerçekten de böyle imişler gibi tarif ediliyorlar.
“Telepati” sözcüğünün oluşumunu göstermek için bu kavram daha yakından incelenmeye değer. Telepati kavramı 1882 yılında F. W. H. Myers tarafından ortaya atıldığında temel amaç, uzaklık anlamına gelen Tele sözcüğünü Empati (psikolojide başkalarının ruhsal haletini anlayabilmek Ç.N.) sözcüğü ile birleştirmekti. Bu bariz bir hakikatin ismi olacaktı, nedensel bir açıklama gerektiren, iki kişinin düşüncelerinin buluşmasına verilen bir isim. Bu kavram şöyle tanımlandı: “Bilinen duyu organlarını kullanmadan düşüncelerin aktarılması”. Myers, bu kavramla tam bir açıklama getirilmediğini söylemişti; ancak bu kavram yine de bir açıklama olarak algılandı.
On yıl önce elektromanyetik ışınım keşfedilmişti, hemen ardından da radyoaktif ışınımların varlığı kanıtlandı. Bundan sonra telepati, ışınım ve radyasyon anlayışına dahil edildi. Bu noktadan itibaren ruhun da ışınımda bulunduğu ve ışınım esnasında kendisinden çıkan şeyin belli bir mesafe üzerinden “yayınlandığı” ve tıpkı radyoda olduğu gibi bu yayının başka bir zihin tarafından alındığı farz edildi. Telepatinin görünmeyen ve bilinmeyen unsurları, şimdi elimizde model olarak bulunan ışınımlara ve radyasyonunkilere benzetiliyordu; bu benzetme uygun gibi görünüyordu ve bu şekilde kabul edildi.
Bugün artık bilinen ışınım ve radyasyon şekillerinin mümkün olmadığı ortamlarda dahi telepatinin gerçekleşebildiği biliniyor; demek ki ışın yayma teorisi yanlış. Buna rağmen telepatiye bakış açımız değişmedi, sanki onun öyle işlediğini biliyormuşuz gibi. Düşünce şeklimiz bu etiket tarafından zincire vurulmuş olarak kaldığı sürece, telepatinin mümkün olan diğer mekanizmalarını dikkate almaya başlayamayız.
Zihniyetimiz (buna bağlı olarak düşüncelerimiz ve anlayışlarımız da) buna benzer, sadece tanıdığımızı sandığımız şeylere dayanan birçok etiketle yapıştırılarak kapatılmıştır. Bütün bu etiketler yığınını “evrenin temsili” olarak adlandırabiliriz. Şeylerin içeriklerini anlayabilmek için, onları bir takım formlara sokmaktan vazgeçmediğimiz sürece, bilinmeyenin asıl gerçekleri bizim için saklı ve bilinmeyen kalacaktır. Her psişik fenomen, böyle bir etiketle adlandırılmıştır ve parapsikoloji bu yolla oluşturulmuş çerçeve içerisinde cesurca kavgasını sürdürmektedir.

Yeni Gerçekler ve Fikirler - Eski Etiketler

Şu soru sorulmadan edilemiyor: DDA hakkındaki yeni gerçekler ve fikirler, eski tanımlamalara tabi kılınabilir mi? Bütün tanımlar ve isimler, sözlükte ortaya çıkıp günlük konuşma dilinin bir parçası olduktan sonra, kendileri hakkındaki düşünme şeklimizi kalıba soktuklarından dolayı, bu soru önemlidir.
Bu soru sorma şekli, elinizdeki kitabın içeriği açısından büyük bir öneme sahiptir. Örneğin 1971 yılında, psi testlerinde ilk defa gönüllü bir denek olduğumda telepati, durugörü ve beden dışı tecrübe yeteneklerimi, kavramların yardımıyla ki o zamanlar kavramları nasıl algılıyorsam o şekilde harekete geçirmeye çalışıyordum. Sonuçlar negatifti ve duygusal açıdan bakıldığında da oldukça küçük düşürücüydü.
İlk alman sonuçlar, aslında beni sadece tek sonuca götürüyordu. O da şuydu: Ben, hiçbir DDA yeteneğine sahip değildim ve bununla konu kapatılabilirdi. Ancak ben buna bir türlü inanamıyordum, özellikle de DDA yetenekleri sıkça ispat edilmişken. Başarısızlığa uğrayan ilk denemelerimin karşısında, yaşadığım duyu dışı doğası açıkça ortada olan bazı olaylar vardı. O halde hata neredeydi?
Bunu anlamamız için beynin temel işleyiş biçimlerini konu alan bazı kitaplar (ki bunların hemen hemen hepsini incelemeye aldım) yardımcı oluyor.
Jr. Lawrence Hinkle, önemle kaydediyor: “Bilgiler ile ilgilenen organ olan beyin, cevaplarını ve tepkilerini de daha önce kendisine yüklenen bilgiler doğrultusunda organize eder. Bu bilgiler (dolaysız zihniyetler ve dolaysız durum hakkındaki şuur gibi), tüm hayatın tecrübeler zincirinde, bir kişilik olarak gelişirler ve beynin herhangi bir durum karşısında göstereceği tepkinin şeklini tayin ederler.”
Bu bilgi sayesinde, kendiliğinden ortaya çıkan (birçok başka kişi gibi, benim de birçok defa yaşadığım) DDA tecrübelerinin, entelektüel öğrenme yeteneğimin tecrübeler üzerine düşünme şeklinden tamamen farklı olduğunu yavaş yavaş kavramaya başladım.
Kendiliğinden ortaya çıkan DDA tecrübeleri, kendilerine özgü kural ve mantığa göre gerçekleşiyorlar (ve genellikle de normal entelektüel şuuru şaşkınlığa uğratıyorlar). Fakat entelektüel kavrayışı (daha önce yüklenen bilgileri) çıkış noktası alarak ne zaman bir DDA tecrübesi gerçekleştirmeye çalışsam, hiçbir şey olmadı. “Telepati” kavramının kullanımı, ruhumla bir başka kişinin ruhu arasında bir temas oluşturmadı; “durugörü” kavramının kullanımı, durugörü durumunu gerçekleştirmedi; “kişinin değişik bir şuur haline” ulaşması deneylerine olan entelektüel yaklaşım da fazla bir yardım sağlamadı. (Zaten hangi değişik şuur haline ulaşılması gerekiyordu ki?)
Elimin altında, bana entelektüel açıdan yardıma olan yığınla kavram bulunmasına rağmen, DDA’nın kendi temelleri ve öğrenen beynin idrak edemediği mekanizmalar doğrultusunda çalıştığı ve doğru işlediği sonucuna vardım. Bu tanımlamalar ile asıl DDA mekanizmaları arasında doğrudan bir bağlantı yoktu. Başka bir deyişle: Asıl DDA tecrübeleri karşısında, benim önyargılarım sadece bir süzgeç ya da bir engeldi. Önyargılar yüzünden entelektüel olarak tecrübe edilmesi gereken hakkında zihinsel bir beklenti durumu oluşuyordu ki bu önyargı da aslında (sonradan ortaya çıktığı üzere) DDA hakikatinin bir gölgesinden ibaretti. Ancak bu önyargıların gücünden kurtulmayı öğrendiğim zaman DDA mekanizmaları serbest kalabildi.
Şimdi tekrar, “DDA hakkındaki yeni gerçekler ve fikirler, eski tanımlamalara tabi kılınabilir mi?” sorusunu soracak olursam, (on altı yıllık derin tecrübelerime dayanarak) bunun ancak minimum düzeyde gerçekleşebileceği kanısındayım. DDA’nın gerçek mekanizmalarını, eski tanımlamalardan tamamen bağımsız olarak kavramayı öğrenmeliyiz. Çünkü bu kavramların doğruluğunun, bir yüzyıldan beri hala kanıtlanmamış olması, bunun için yeterli bir nedendir.
Yeni alanın bir temel unsuru şudur: İnsan sanıldığının aksine, ruhsuz bir hayvan değildir.
Bu düşünceleri göz önünde bulundurursak, duyular dışı algının yeni alanını şekillendirmek, pek de öyle gıpta edilecek bir görev değil. Bir yanda, gözle göremediğimiz bilinmeyenler var. Diğer yanda ise kabul edilmiş ve geçerli görülen etiketler var. Bunlar, durum hiç de öyle olmadığı halde, bizi neyle uğraştığımızı biliyormuşuz entelektüel inancına götüren önyargılardır.
Akademilerin ve bilimlerin ileri sürdüğü gibi, insanın ruhsuz/hissiz/dilsiz bir hayvan olduğu kanısında değilim. Hayattaki kişisel tecrübeler, hakikatin geçerli olan tek ortak paydasını oluşturuyor. Bunlar, çoğu zaman aldatıcı olan etiketlerden daha önemli. Etiketlerin içeriklerini anlamak konusunda insanlar oldukça cahil olabilirler. Bu etiketleri rahatlıkla kullanabilenler karşısında, kişi aşağılık duygusuna kapılabilir. Oysa asıl cahiller, etiketlerin buyruğu altında kalanlar ve bu etiketlerin içerikleri hakkında hemen hemen hiç kişisel tecrübeleri olmayanlardır.
Kişisel tecrübe, hakikati gerçekten bulmanın tek yoludur. Kişisel tecrübe, gerçekçiliğe götürür ve önyargı oluşturmaktan daha yüksek bir düzeydedir. Şu bir gerçek ki, kişisel tecrübeyle idrak el ele ilerler.
Bu Özellikle de DDA İçin Böyledir
Duyular dışı algılamanın, bugüne kadar göz ardı edilen baskın bir özelliği var. Her seferinde söz konusu olan, yemek yemede, uyumada ve düşünce resimleri oluşturmada olduğu gibi, bu bir tecrübedir. Bu baş döndürücü, yıpratıcı, şaşırtıcı veya yüce bir tecrübe olabilir, ancak sonuç itibariyle bir tecrübedir. Başka bir deyişle; DDA’nın bilinen tüm şekilleri, şuurumuza kişisel tecrübeler olarak giren herhangi bir türün psişik-metabolik fonksiyonlarıdır.
Sadece keyfi bir şekilde bir araya getirilen kavramlarla evreni temsil ederek, gerçek duyular dışı algılama ile temasa geçilmez. DDA, sadece tecrübeler evreninde yaşanabilir ve kendi kural ve gerçekleri çerçevesinde gerçekleşir.
Demek ki, DDA’yı gerçekten kavrayabilmek için, kişisel tecrübe, burada oluşturmaya çalıştığım DDA’nın yeni alanı çerçevesi dahilinde ana şarttır.

DDA ve gelecek

Hükümetler tarihte ilk defa DDA’nın potansiyel kullanım olanaklarına gerçekten ilgi duydular. Bu ilgi sadece akıl ve zekanın tün unsurlarının bulunmasına yönelik değildi aksine ne yazık ki, psikolojik davranışın yönlendirilmesinde DDA’nın kullanılmasına da ilgi duyuluyordu. Altmışlı yılların sonlarına yaklaşmadan önce hükümetin desteklediği psi araştırma projeleri görülmemiş bir şeydi. Ancak o fırtınalı (soğuk savaşın doruk noktasına ulaştığı) yıllar arasında, parapsikoloji alanında ortaya çıkan yeni güç göz ardı edilemez duruma geldi.
Altmışlı yılların sonunda, elbette ki potansiyel faydalarını ortaya çıkarmak amacıyla, DDA’nın tüm yönlerini araştırmaya başlayan cengaver ve buluşçu Sovyetler Birliği’nden söz ediyorum burada. Bu amaçla DDA özünün doğasını keşfetmek ve özelliklerini geliştirmek için araştırmalar başlatılmıştı bile. Ayrıca hatasız DDA yetenekleri açığa çıkmış kişilerin eğitimleri sürdürülüyordu.
Amerikalı analizciler, bu durumu önce şüpheyle, sonra hayretler içerisinde izliyorlardı. Başlangıçta bütün bunlara, Sovyetlerin, batının aklını karıştırmak için bilinçli olarak uydurdukları bir yanlış haber olarak bakıldı. Ancak daha sonra bunları kanıtlayıcı araştırmalar tamamlanıp, basında duyulmaya başlandığında, potansiyel tehlikelerden sorumlu Amerikan bürokrasisi harekete geçmeye hazırlandı.
Yeni durumun komik bir yönü vardı. Sorumlu Amerikan bürokratları bilim adamlarına danışıyorlardı ki bunlar da kendilerince akademisyen çevrelere bakış açılarını iletiyorlardı. DDA’ya gelince, bu fenomen genel olarak kabul görmüyordu. Sosyopolitik organizasyonlarda belli bir konuma gelmiş olan kimseler kariyerlerini tehlikeye sokmak istemiyordu.
Kısa bir süre sonra Amerikalıların parapsikolojisi ile Sovyetlerin yeni disiplininin (psikoenerjetik) birbiriyle karşılaştırılamaz olduğu ortaya çıktı. Bunun sebebi ise parapsikolojinin Amerikan bilimi tarafından fazla önemsenmemesi ve bu konuda bilginin yetersiz olması idi. Böylece şu soru ortaya çıkmış olmalı: Parapsikolojik araştırmalar için bir anda oluşturulan bütçe, yeni psikoenerjetiğe eşdeğer bir bilim oluşturulmasını sağlar mı? Parapsikoloji kendi sosyopolitik perspektifini değiştirebilecek durumda olabilir mi? Doğruyu söylemek gerekirse, bu sorulara daha hala cevap aranmakta.
Bu görevle ilgilenmek zorunda olan komitenin endişeli heyecanı tahmin edilebilir. Bu arada sürekli, şu kötü tehlike vardı: Sovyetler gerçekten de psikoenerjetik konusunda ilerleyip uygulamalı bir DDA geliştirebilir mi? O zaman bunu kesinlikle casusluk için kullanırlar. Giderilmesi gereken bir DDA eksiği mi var?
Toparlamak gerekirse, 1980 yılında DDA araştırmacılarının, Çin Halk Cumhuriyetinde bilimler arasında imtiyazlı bir yer aldığı duyuldu. Bu konu orada dikkate alınıyor, hükümet tarafından destekleniyor, uzman fizikçi ve psikologlar tarafından araştırılıyordu.
Psi orduları hakkında söylentiler başlamıştı. Söylenenlere göre, DDA yakında, bir ülkenin en çok korunan devlet sırlarını elde edebilecek olan taktik bir silah durumuna gelecekti. Bu söylentilerde az da olsa bu bir doğruluk payı varsa, o zaman Amerika’nın -uzun zamandır anti psi ve anti DDA tutumuna sahip olarak- başı derde girerdi.
Medyaya bakacak olursak, psi teknolojisi, Birleşik Devletler ve Sovyetler Birliği arasındaki “psiko savaşlarında” ve büyük ihtimalle de Çin Halk Cumhuriyeti tarafından kullanılmaya başlandı bile. Bu “psi yarışında” Amerika Birleşik Devletleri, beynin ve insandaki DDA yeteneklerinin maddesel-bilimsel olarak ele alınmasından dolayı doğal olarak geri kalacaktır. Bilimsel modernistler kendilerini akılsal bilim adamları olarak görüyorlar ve rasyonalizme uymayan her fenomene akılsal olmayan bir şey, yani bir fantazi ürünü olarak yaklaşıyorlar. Eğer Amerika Birleşik Devletleri resmi olarak modern bilimsel tesislerde DDA araştırmaları gerçekleştirseydi, DDA hakkındaki tüm “açıklamalar” beynin “akılsal” yarımküresinin alanına yönelik olurdu. Bu yüzyılın başlarında oluşturulan bir temel yasa, bütün paranormal güçleri geri iten ve bütün psikolojik soruların cevapların beynin mekanizmasında arayan dogmatik bir görüşün sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu dogmalar, ABD’nin bilim programlarında genel olarak kabul görmüş ve Birleşik Devletlerde gerçekleştirilen psi araştırmalarında kullanılan steril laboratuar yöntemlerinin çoğunu tayin etmekteler.
Eğer Birleşik Devletler, gizli istihbarat amacıyla kullanmak için telepati ve uzaktan algı gibi paranormal yetenekleri geliştirmek istiyorsa, psinin gerçek temellerini anlayabilmek için öncelikle uygun yaklaşım ve işlem şekilleri getirmesi gerekir.
Ne Sovyetler Birliği, ne de Çin Halk Cumhuriyeti bilimsel, akılsal modernizmin sınırlarını bir engel olarak görüyor. Çin Halk Cumhuriyeti’nin genel dünya görüşü eski bir felsefi esasa dayanıyor. Çin felsefesi, şuurun ve insan yeteneklerinin batının akıldışı olarak damgaladığı yönlerini zaten başından beri hakikat olarak kabul etmektedir. Sovyetler de, fenomenlerin, bunlara batıda ister akıldışı olarak yaklaşılsın, ister yaklaşılmasın, tüm yönlerini araştırmaya yönelik gelişmiş yeteneklerini sergilemişlerdir.
Sovyetler DDA bulmacasını çözmüş ve “psi silahları yarışında” dikkate değer bir avantaj elde etmiş gibi görünüyor.
Her ne olursa olsun bu üç dünya gücünün faaliyetleri dolayısıyla DDA, bugüne kadar hiç ulaşamadığı bir statüye sahip oluyor. Bu şu anlama geliyor, fazla uzak olmayan bir gelecekte duyular dışı yetenekler de, tıpkı akıl, zeka ve iyi bir eğitimde olduğu gibi bir liyakat olarak kabul edilecek.
Bilimkurgu literatüründe bu gelişim önceden görülmüştü ve -önceleri “psişik araştırma”, sonra “parapsikoloji” ve nihayet “psikoenerjetik” diye adlandırılan- organize araştırmalar bu gerçeği su yüzüne çıkardılar.
Bu kavramlardan fazla kafanız karışmasın. Bütün bu disiplinlerin kapsamı temelde aynıdır ve hepsi de doğa vergisi bir duyular dışı algının var olduğunu kabul ederek yola çıkmaktadır.
Sadece kendi duyular dışı yeteneklerini DDA özü bağlamında geliştirmeye başlamış olan kişiler, eşiğinde bulunduğumuz uygulamalı DDA çağının değerini bilecek ve ona bir katkıda bulunacaktır. Kişinin kendi DDA potansiyeli ile olan tanışıklığı uygulamalı DDA anlayışının temelini oluşturacaktır ve oluşturmaya başlamıştır bile. Kendi DDA özünü geliştirmeye başlamayan bir kişi, gün gelecek bir kenarda kalacaktır ve eşiğinde bulunduğumuz DDA çağının ne değerini bilecektir, ne de ona iştirak edebilecektir.
Genel olarak psi gibi duyular dışı algı (dışa iletilmiş algı yeteneği) da birbirini besleyen üç tane önemli söylence tarafından engelleniyor.
Öncelikle en alt düzeyde, DDA tecrübelerinin açıklanamaz olduğu söylencesi bulunuyor. İkinci olarak, parapsikolojinin meta düzeyinde DDA’nın kavranamaz olduğu söylencesiyle karşılaşıyoruz. Ve şüpheci üst yapı bize, DDA’nın hiç var olmadığı ve buna yönelik tüm tahminlerin boş olduğu söylencesini sunuyor. Bu söylence ise, nüfusun yüzde onundan daha fazlası sürekli olarak DDA tecrübesi yaşadığı halde, DDA’nın açıklanamaz olduğunu kabul eden sıradan vatandaşların beklenti alanları için bir patlama maddesi oluşturuyor.
Böylece sorumluluğu kimse üstüne almak istemiyor ve yeni şeyleri araştırmakla yükümlü olan bilim sistemleri bile bu ezici yükü üstlenmek istemiyorlar, özellikle de etiketleri tehlikeye gireceğinden ve bunları köklü bir şekilde değiştirmek zorunda kalacaklarından dolayı. Bu bilim sistemleri, ortaya çıkacak olan hakikatler onları değiştirmeye zorlayıncaya kadar direnecekler.
DDA’nın kişisel düzeydeki gelişimini destekleyen birçok neden var. Bu düzeyde sıradan vatandaş sezgiyi kullanabilir çünkü ve en önemlisi, alt yapıda oluşan hakikatler ister istemez üst yapıyı da değiştirecektir. Ne yazık ki, bilimsel üst yapıların, kendi hedefleri açısından sıkça şovenist ve partizanca bir tutum içerisine girdikleri bir gerçek. Bazıları kendilerini, kendi yarattıkları ve daha sonra gittikçe daha çok takılıp kaldıkları söylenceler ile elit bir düzeye yükseltiyorlar.
Her toplumun, toplum onu istese de istemese de bir üst yapıya ihtiyacı vardır. Bunun en büyük dezavantajı, benzersiz tecrübeler uygunluğunu yitirdikçe, üst yapılarda hüküm süren arka planın topluma üstün gelmesidir. Üst yapıların zirvesinde uygun olan tipteki tecrübeler, salt üst yapıyı güçlendiren dogmaları temsil eden tecrübelerdir.
Tecrübe edinmeye en çok olanağı olan sıradan vatandaştır. Bu alanda, en kapsamlı ve etkileyici DDA tecrübelerine rastlıyoruz. Elimizdeki istatistikler fazla bir bilgi vermiyor. Nüfusun yaklaşık yüzde sekseni DDA’nın varlığına inanırken, yüzde onundan fazlası hayatlarını değiştiren DDA tecrübesi yapıyormuş gibi görünüyor. Bu düzeyde kendiliğinden ortaya çıkan DDA tecrübeleri meydana geliyor. DDA’nın yasaklanmış olduğu birçok üst yapıda nadiren DDA tecrübesi yaşanır, ya da en azından bunlar engellenir.
Tecrübeli bir yazar olan Brian Inglis, Science and Parascience (Bilim ve Bilim Ötesi) isimli kitabında bu temel problemlere değiniyor:
“Bazı şüpheciler, eldeki kanıtların etkileyici olduğunu kabul etmeye hazırlar; ancak bunların önemsiz olduğu düşüncesindeler, çünkü gerçekten elde ikna edici hiçbir olay yok... Bu durumda maddesel inancın etkisinde bulunan akademik dünya faktörü büyük bir rol oynuyor, üstelik kuantum fiziğinin bu esası çoktan aşmış olmasına rağmen... Kuantum fiziği, mikro düzeyde gerçekleşen paranormal fenomenlere, mekan değişimlerine ve psikokineziye sürekli olarak kanıtlar sunuyor. Bergson, Geley ve başkaları, bu fenomenlerin makro düzeyde kendilerine özgü şekilleri nasıl ve neden aldıklarına dair açıklamalar getirmeye başladılar bile. Asıl sorun, yeni fizik, fizikçilerin kendilerinden başkasını etkilemeden eskisinin yerini alabilmiş iken, paranormal fenomenler hakikatinin kabul edilmesi durumunda, bugün doğal olarak kabul ettiğimiz birçok disiplinde -örneğin biyolojide, psikolojide, felsefede- öğretilenlerin tamamen sorgulanacak ve saçmalık olarak aşağılanacak olmasında yatıyor.”
Yetmişli ve seksenli yılların en göze çarpan hadisesi New Age (Yeni Çağ) hareketinin ortaya çıkmasıydı. Bu, temelde üst yapıların bozukluklarına bir itiraz olarak ve bütünsel olan yeni bir hayat düşüncesine dayanarak oluştu. New Age hareketinin global hedefi, hayali bir unsurun yeniden topluma entegre olmasıdır. Bu unsur, sosyal enerjilerin, politik üst yapılarının oluşturduğu ve dünyanın ekosferini olduğu kadar tüm insan biyosferini de tehlikeye düşüren söylenceleri aşmasını sağlayan bir unsurdur. Bu söylenceler asılmazsa işimiz harap.
New Age hareketi, bu problemi kişisel düzeydeki tecrübeleri destekleyerek çözmeye çalışıyor. Yazar Marilyn Ferguson’un da söylediği gibi: “Değişim, tek tek bireylerin değişmesiyle başlar.”
Bu dönüşümde, DDA /dışa iletilmiş algı yeteneği büyük bir rol oynuyor. Kişinin kendi yeteneğini az da olsa tecrübe etmesi, beden sınırlarını aşan insani unsurları fark etmesi, bütünsel bir şuur anlayışına bir bağ oluşturabilir. DDA realitesini parapsikolojik deneylerde kanıtlamaktansa, herkesin bazen düşük düzeyde olsa bile DDA’yı kişisel olarak tecrübe edebilecek durumda olduğu gerçeğinin önemi vurgulanmalıdır. Bu düzeydeki DDA realitesi, DDA fenomenlerini bir saçmalık olarak kabul eden üst yapılardakinden daha kapsamlı ve değerlidir.
DDA, kişisel olarak tecrübe edildikten sonra, tüm insanlığın, daha doğrusu tüm hayatın birbiriyle sıkı sıkıya bağlı olduğu anlayışını kuvvetlendirir. Bunu kendim de yaşadım. Bu anlayışın genişletilmesini sağlayan en kısa ve kesin yol, sıkı bağlantılı DDA’dır. Çünkü bu durumda elde edilecek olan sonuçlar kontrol edilebilir ve içsel bir DDA özünün varlığı açığa çıkabilir. Elbette ki sıkı bağlantılı DDA’yı aşan birçok başka örnek de vardır. Fakat böyle bir tecrübeyi yaşamış olan kişi, insanın her şeyiyle birlikte bir DDA yeteneğine sahip olduğunu kabul eder.
Bunların dışında DDA’nın yeni bir kapsamda ele alınıp geliştirilmesini gerektiren başka sebepler de vardır.
Kişisel düzeyde, gelişmiş bir DDA potansiyel olarak birçok fayda sağlayabilir. DDA’nın pratikte birçok uygulama olanağı vardır, ki gelişmiş medyomlar bunları bazen oldukça iyi bir şekilde kullanıyorlar. Aile mensuplarıyla ve sevilen kişilerle olan telepatik temaslardan haberdar oluyoruz, özellikle de bu kişiler sıkıntılı bir durumdaysalar. DDA bazen kaybolan eşyaları veya insanları bulmada yardımcı olabiliyor. Başkalarının düşüncelerini öğrenmek, sezgisel olarak icatlar yapmak veya felsefi düşünceler elde etmek güzeldir. Duvarların arkasını “görmek”, oyun masasındaki iskambil kağıtlarını teşhis etmek, at yarışlarında birinciyi veya loto’daki numaraları önceden bilmek, borsadaki sırları kavramak en zor olan görevlerden bazılarıdır, ancak bazı gelişmiş medyomlar bunları da başarabiliyorlar.
Her insani yeteneğin büyüyen ve gelişen bir özü vardır. Büyüme ve gelişme, kesin algının, çabanın, pratiğin ve sezgisel anlayışın ürünüdür.
Spor alanında yaşanan devrim buna iyi bir örnek. Bir zamanlar zorla yapılan çalışmalarla dayanıklılığın geliştirilmesi ön plandaydı. Bugün ise, tüm organizmayı kavrayarak mükemmel sonuçlar elde etme isteği ön plandadır, bu da atleti bütünsel olarak görmeye götürür. Doğru beslenme, doğru saatlere ayarlanmış bir uyku, vitaminler ile destek, anlayış, kısa süreli çalışma döngüleri vb. bugünkü spor alanlarının temelini oluşturuyor. Bu tutum sanatta, akılsal bilimlerle ve ordu alanıyla ilgili kişilerce de benimsendi.
Bütün bu değişik yeteneklerin temelinde bir öz yatmaktadır. Bütün yetenekler bu durumda iken, keşfedilebilir, kavranıp geliştirilebilir. Bu gelişim sürecinde hata yapılırsa, yeteneğin körelme ve yok olma tehlikesi vardır.
Bütün bunları göz önünde bulundurarak, DDA özünün temel fenomenlerine bütünsel olarak yaklaşmamız gerektiğini anlayabiliriz. Çaba ve pratiğin kesin ve etkili olması isteniyorsa, bilgi ve genel bir tecrübe gereklidir. İyi bir medyom olabilmek için istek yeterli değildir. Bir yüksek atlayıcı sadece isteği dolayısıyla engeli aşamaz. Sporda bu prensip kabul ediliyor, parapsikolojide henüz benimsenmedi. Fakat sonunda anlaşılacaktır. Bütün kanıtlar, Rusya’da-ki atletlerin bütünsel olarak çalıştırılmalarının, daha iyi sonuçlara götürdüğü gerçeğini gösteriyor. Ve her şey, Rusya’da psi yeteneklerin geliştirilmesinin bütünsel bir temel üzerinde gerçekleştirildiğini gösteriyor. Bu gerçekler -ki bunlar Amerikan analizciler tarafından potansiyel bir tehlike olarak görülüyor- DDA ve psi’ye karşı hükümetler düzeyinde yeni bir ilginin oluşmasını sağlamıştır.
DDA realitelerinin, üst yapılar tarafından saklanmaya çalışılmasını engellemeliyiz çünkü bu üst yapılar davranışlarını hala eski hakikatlere göre ayarlıyorlar. Sonuç olarak duyular dışı tecrübeler, insanların tecrübeleridir. Böylece gerçek yönetim prensipleri, ancak derinlerden gelebilir, öyle bir alanlardan ki burada entelektüel fikirlerden daha çok kişisel tecrübe geçerlidir.
Siz kendiniz, DDA’yı tecrübe etmeyi ve gelişiminizi DDA’nın da içinde bulunduğu spiritüel yönlere doğru yönlendirmeyi istemelisiniz. Ancak o zaman DDA’nın gerçek anlamı ve değerli geleceği fark edilip anlaşılabilecektir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin
Admin
Admin
Admin


Zodyak : Yay
çin astrolojisi : Köpek
Mesaj Sayısı : 358
Kayıt tarihi : 11/04/09
Yaş : 41
Nerden : Türkiye
Lakap : Garf

Duyular Dışı Algılama Empty
MesajKonu: Geri: Duyular Dışı Algılama   Duyular Dışı Algılama EmptyPtsi Ağus. 30, 2010 11:21 pm

Duyular Dışı Yetenekler

İnsan Beş Duyuyla Sınırlı Bir Varlık Değildir

İçinde bulunduğumuz şuur halinde, hiç birimiz insan bedeninin yeteneklerini ve kapasitesini tam olarak çözmüş değiliz. Çünkü hakikatleri daima görünende arıyoruz. Oysa gerçekler, hakikatler görünmeyende bulunmaktadır. Yani görünen görünmeyenin sembolik bir yansıması tarzındadır.
İnsan sonsuz bir enerjinin dünyadaki yansımasıdır. Ruhsal varlık dünyada çeşitli tecrübeler ve tatbikatlar yapabilmek için, bizlerin beden veya vücut ismini verdiğimiz aracı meydana getirmiştir. İşte duyu organlarımız da bu aracın belli bir seviyede kullanılmasını, varlığın maddeyle olan temasını ve tecrübelerini yapmasını sağlayan aygıtlardan bazılarıdır.
İnsan sadece 5 duyusuyla sınırlı bir varlık değildir. Çünkü hakikatler 5 duyunun algılarıyla sınırlı değildir. Duyu organlarımız var olan her şeyi sembolik olarak bize nakleder. Neden? Çünkü dünyada her şey son derece sembolik bir şekilde yaşanmaktadır. Yani aslına bakacak olursak, herkes dünyada ne yaptığını, ne için yaşadığını tam olarak bilmeden yaşamaktadır. Ve duyu organlarımız da insanın bu derin sorularına gereken cevapları verememektedir.
Çünkü duyu organlarımız, içinde bulunduğumuz çağda büyük bir yüzdeyle insana mutluluk, haz, konfor, nefsi tatmin gibi beşeri hisleri yaşatmaya alet edilmiştir. Bunun sonucu olarak da evren ve insan, bu sınırlı duyularla anlaşılmış ve açıklanmıştır. Elbette belli bir seviyeye kadar birtakım basamak gerçekliklere duyularımızla ulaşabilmişizdir. Fakat bir noktaya gelinmiş ve takılıp kalınmıştır. En müteal bilgileri bile duyu organlarımızın kapasitesine indirgeyerek, Ruh’u, Evren’i hatta Tanrı’yı bile duyularımızla hissetmeden, teşhis etmeden kabul etmez bir seviyeye ulaşmış durumdayız.
Tevrat’ta Musa’nın Sina dağında Tanrı’yı görmek istemesi ve sonuçta her yerin kül olması bunu anlatmaktadır. Bu, duyu organlarımızla ve duyu organlarımızın bizde meydana getirdiği şuur seviyesi ile duyu organlarımızın çok daha üstünde titreşimleri olan kapsamlı tesirleri, ilahi enerjileri algılayamayacağımızı anlatan, yüksek seviyeli realiteleri kaba realitemizle, dar şuurumuzla, duyu ve duygularımızla idrak edemeyeceğimizi anlatan bir meseldir.

Duyular Dışı Ne Demektir?

Aslında duyular dışı-içi, üstü-altı diye bir ayırım yapmak çok anlamsızdır. Fakat günümüz bilimi ve anlayışı 5 duyu adı verilen algı araçlarımızı insanın yegane algılamaları olarak kabul ettiği ve insanı bunlarla sınırlı bir varlık olarak gördüğü için, bu sınırların dışında kalan varlığın yetenek ve algılarını ifade edebilmek için Duyular Dışı ifadesi kullanılmak zorunda kalınmıştır. Aslında bu yetenekler mevcut 5 duyumuzun daha ince vibrasyonlu uzantılarından başka bir şey değildir. Örneğin duruişiti, duyu organımızın; durugörü, görme duyumuzun; dermooptik algılama dokunma duyumuzun daha ince ve yüksek seviyeli uzantılarından başka bir şey değildir. Telekinezi, telepati, radyestezi vs. gibi yetenekler; bilinen, keşfedilen yasaların dışında mevcut olan daha yüksek seviyeli yasaların tezahürlerinden başka bir şey değildir. Tüm bunların kaynağı Ruh’tur. Ruhsal Enerji’nin, Ruh’un sonsuz potansiyelidir.

Duyular Dışı Yetenekler Ruhun Bedende Tezahürünün Doğal Bir Sonucudur

Duyu organlarımızın algılama seviyeleri belli sınırlar içerisinde geçerlidir. Yani kulağımız belli frekanslar içerisindeki titreşimleri duyabilir; gözümüz, belli uzaklık, aydınlık vs. sınırların içindeki objeleri görebilir; dilimiz belli oranlardaki tatları algılayabilir; burnumuz belli kokuları algılayabilir; derimiz belli sıcaklık, soğukluk, sertlik ve yumuşaklıktaki, kaba vibrasyonlar içerisinde tezahür eden cisimleri hissedebilir.
Yani sonuç olarak 5 duyu organımızın algılama kapasitesi belirli sınırlar içerisinde kullanılmaktadır. Aslında duyularımız çok daha hassas ve sınırları geniş algılamalar yapabilecek şekilde organize edilmişlerdir. Fakat günümüz insanının bunları kullanabilirliği bildiğimiz ölçüler içerisindedir.

Yeniçağ’da İnsanın Ruhsal Yönleri Daha da Açık Olarak Ortaya Çıkar

Zaman ilerledikçe, ruhsal yetenekler, insanlarda özellikle de çocuklarda ve gençlerde yoğun olarak artmaktadır.
Örnekler:
Geçtiğimiz haftalarda İRAD’a (İzmir Ruhsal Araştırmalar Derneği’ne) bir bayan iki çocuğuyla birlikte kitapları incelemek için geldiler. Yaptığımız sohbet sonucunda anne, çocuklarının yaşadığı değişik olaylardan bahsetti. 7-8 yaşlarındaki çocuklarla yaptığımız konuşmada yaşadıklarını şöyle anlattılar: Kısa bir zaman önce bayan kızıyla birlikte bir kitapçıya girmiş, bir kitap beğenip almaya karar vermiş. Fakat küçük kız annesine “Anne bu kitabı alma, bu kitabın içinde yazarın kendi yanlış görüşleri ve yorumları var. Zannettiğin gibi bir kitap değil bu.” demiş. Şaşkın anne, çocuğa bunu nereden bildiğini söylediğinde, kız, bunu hissettiğini söylemiş. Anne bunu kale almayarak kitabı satın almış. Ve okumuş. Okuduktan sonra da şaşırıp kalmış. Çünkü kitap gerçekten de yazarın kendi yanlış yorum ve kanaatlerinden oluşmaktaymış. Bu küçük kıza büyüyünce ne olacağını sorduğumuzda bize, “Ben dünyaya sevgiyi yaymakla görevli olarak geldim. Sevginin yayılması için insanlara hizmet edeceğim” cevabını verdi. Peki, sence gelecek nasıl bir dünya olacak sorumuza ise şu cevabı verdi: “İnsanlar gelecekte savaşmayacaklar, hayvanları yemeyecekler, bitkilerle beslenecekler, aralarında büyük bir barış ve sevgi hüküm sürecek.” gibi şeyler söyledi. Bunları nereden bildiğini sorduğumuzdaysa, bunları hissettiğini ifade ediyordu. Kardeşi olan oğlan da çok zeki bir çocuktu. Söylediğine göre insanların düşüncelerini bilebiliyormuş. Ayrıca küçük yaştan beri odasına çekilip oyuncaklarıyla oynarken gökyüzünden gelen sevimli dostlarının kendisini başka yerlere götürdüklerini ve oyunlar oynadıklarını da bize anlattı.
Bir başka misal yine bir kız çocuğu ile ilgili. Henüz 11 yaşında olan bu çocuk da 2 yaşından beri olağanüstü resimler yapmakta. Yaptığı hiçbir resim birbirine benzemiyor. Ve görenler olgunluk çağında bir ressamın fırçasından çıktığını zannediyorlar. Bu çocuk ise asla bu konunun gündeme gelmesinden hoşlanmıyor. Yaptığı resimler ise hiç de bu dünyaya ve bu boyuta ait resimler değil. Her biri bir ruhsal mesaj taşıyor.
Yine başka bir ailenin 10 yaşındaki oğulları ise odada oynarken babasının arka odanın çekmecesine koyduğu eşyayı, bağırarak “Baba onu niçin çekmeceye koyuyorsun?” diyebiliyor. Okulda arkadaşları bir şey istemeden birkaç saniye önce kalemi veya silgiyi uzatıyor ve arkadaşlarını şaşırtıyor.
Ayrıca hiçbir konuda bilgisi olmayan, tek bir kitap bile okumamış bazı insanlar sadece sezgilerine göre öyle enteresan ve yerinde şeyler söylüyorlar ki, insanın bütün bunları 5 duyu kalıplarıyla çözebilmesi ve ifade edebilmesi mümkün değil.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Her ailede, her çevrede artık bu tip şeyler yaşayan insan var. Günden güne de artıyor.
Bir yandan yetenekler artarken bu tip konulara olan ilgi de gitgide artmaktadır. Bu ilgi artışının görünen nedenleri merak gibi görünse de, görünmeyen yanı varlıkların kendileri hakkındaki bilgileri elde etme ihtiyacıdır.
İnsanlık tarihine baktığımızda en önemli buluşlar, en büyük sanat eserleri, daima duyular dışı algılamalarını kullanabilen varlıklar tarafından meydana getirilmiştir.

Enerjilerin Yansıması DDA Olarak Tezahür Eder

Var olan her şey bir enerjinin yansımasıdır. Duyular Dışı Yetenekler de çeşitli enerjilerin yansımasıdır. Yani dünya sisteminde geçerli olan mevcut kanun ve ilkelerin dışındaki birtakım kanunların devreye girmesi sonucunda meydana gelen enerji dönüşümleridir.

DDA Geliştirilebilir Ama Bu Konuda Niyet Çok Önemlidir

Kuru kuruya DDA’nı geliştiren insan hiçbir ilerleme elde edemez. Önemli olan bu yeteneklerin arkasındaki bilgileri idrak edebilmektir. Bir telepatinin, bir durugörünün neyin yansıması olduğunu anlayabilmektir. Haberci bir rüyanın meydana gelişindeki yardımlaşma ve dayanışmanın farkına varmaktır önemli olan. Yoksa “Ben bir rüya gördüm, daha sonra aynısı çıktı. Vay be, ne adamım ben, demek bu tür üstün yeteneklerim de varmış.” dendiği zaman ilerleme yerine gerileme içerisine girilebilir. Bu, sırf vücudum güzel görünsün diye vücut geliştirmeye benzer. Geliştirir, geliştirir, günün birinde öyle bir hale gelir ki, insanlardan farklı olduğu zannıyla o kişiyi komplekslere ve değişik eprövlere sokabilir.
Aslında en büyük yetenek ne telepati, ne durugörü, ne de diğerleridir.
En büyük ve en kutsal yetenek hiç de öyle zannedildiği gibi olağanüstü bir yetenek değildir.
Ama bu yeteneğin uygulanabilmesi ve geliştirilmesi halinde insana kazandıracağı şeyler sonsuzdur.
Nedir bu yetenek? Sevgidir.
Sevebilmek varlığın ve evrenin en yüksek seviyeli yeteneğidir. Ve var olan her varlıkta bu yetenek mevcuttur. Varlığın varlık olabilmesi bu kozmik sevginin sonucunda gerçekleşmiştir.
Eğer kendimizi gerçekten geliştirmek, ruhsal bilgileri uygulamak istiyorsak, çeşitli paranormal deneylere girmek istiyorsak, öncelikle sevebilme yeteneğimizi geliştirmeliyiz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Duyular Dışı Algılama
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Dunya Disi Varliklar! Drunvalo
» Beden Dışı Deneyimler, Astral Seyahate Bilimsel Bir Bakış

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Parapsikoloji Forumları :: PARAPSİKOLOJİ :: Diğerleri-
Buraya geçin: