Parapsikoloji Forumları
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  
Sitemiz Daha İyi Hizmet Verebilmek İçin Yenileme Çalışmasındadır. Daha çok detay için,lütfen bu forumun yöneticisi ile iletişime geçin. İletişim adresi : shanimoglu@gmail.com
Giriş yap
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Beni hatırla: 
:: Şifremi unuttum
Facebook


En son konular
» ben gedimmmmm
DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ EmptyPerş. Mart 22, 2012 4:58 pm tarafından Admin

» Başvuru Köşesi
DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ EmptySalı Şub. 22, 2011 12:32 pm tarafından Odie

» Mayalar ???
DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ EmptySalı Kas. 23, 2010 12:39 am tarafından adem

» Din nedir
DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ EmptySalı Ağus. 31, 2010 2:02 am tarafından Admin

» Allah’ı sevmek
DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ EmptySalı Ağus. 31, 2010 2:01 am tarafından Admin

» BİLİM İLE UYUMLU EVRENSEL ANLAYIŞ
DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ EmptySalı Ağus. 31, 2010 12:20 am tarafından Admin

» BİLİMİN FONKSİYONU VE MODERN ARAŞTIRMALAR
DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ EmptySalı Ağus. 31, 2010 12:20 am tarafından Admin

» BOŞLUKLAR GERÇEKTEN BOŞLUK MUDUR?
DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ EmptySalı Ağus. 31, 2010 12:19 am tarafından Admin

» DUYULARIMIZ VE BÜTÜNSELLİK
DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ EmptySalı Ağus. 31, 2010 12:19 am tarafından Admin

» ENERJİNİN DOĞASI
DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ EmptySalı Ağus. 31, 2010 12:18 am tarafından Admin

Anket
SABAH UYANDIĞINIZDA NASILSINIZ?
 SİNİRLİ VE HUYSUZ
 TEPKİSİZ
 UKALA
 ÇOK NEŞELİ
 DİĞER
Sonuçları Gör
Kimler hatta?
Toplam 6 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 6 Misafir

Yok

Sitede bugüne kadar en çok 77 kişi Salı Ekim 24, 2023 2:51 pm tarihinde online oldu.
Istatistikler
Toplam 127 kayıtlı kullanıcımız var
Son kaydolan kullanıcımız: ceyhuner

Kullanıcılarımız toplam 387 mesaj attılar bunda 318 konu

 

 DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin
Admin
Admin


Zodyak : Yay
çin astrolojisi : Köpek
Mesaj Sayısı : 358
Kayıt tarihi : 11/04/09
Yaş : 41
Nerden : Türkiye
Lakap : Garf

DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ Empty
MesajKonu: DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ   DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ EmptySalı Ağus. 31, 2010 12:10 am

İnsanın normal olarak nitelenen uyanık bilinç halinden farklı olan tüm bilinç hali tiplerine verilen ad. Terim, ilk kez parapsikolog Charls Tart tarafından kullanılmıştır. Elektroansefalogram aygıtının keşfi ve beyin dalgalarının ölçülmesi değişik şuur hallerinin sınıflandırılmasını sağlamıştır. Beyin dalgalarını 1924’te keşfeden Alman Psikiyatr Hans Berger (1873–1941) ile başlayan laboratuar testleri sonucunda, tüm değişik bilinç halleri sırasında beynin alfa, teta ve delta dalgaları yayınladığı saptanmıştır. Bu araştırmaların sonuçlarına göre, beta ritminde beyin dalgalarının frekansı 14 ile 27 Hz arasında yer alır, kişi tümüyle uyanıktır. Alfa ritminde beyin dalgalarının frekansı 8 ile 13 Hz arasında yer alır. Hafif ipnoz, meditasyon, dalgınken düş görme, uyku - uyanıklık arası hal sırasında beynin alfa dalgaları yayınlamakta olduğu saptanmıştır. ESP fenomenleri özellikle alfa, bazen de teta ritminde söz konusu olurlar. Teta ritminde beyin dalgalarının frekansı 4 ile 8 Hz arasında yer alır, hafif uyku hali söz konusudur. Delta ritminde ise beyin dalgalarının frekansı 0 – 4 Hz arasında yer alır; bu ritim, derin uyku halinde oluşur.
Kimi parapsikologlar, değişik bilinç hallerini şöyle sınıflandırır:
“Hızlı göz hareketleriyle” (REM) rüya görmeyle ve yavaş beyin dalgalarının yokluğuyla karakterize olan hal. Hızlı göz hareketlerinin yokluğu ve yavaş beyin dalgalarıyla karakterize olan uyku hali. Uykuya dalmadan önceki (hipnogojik) uyku - uyanıklık arası hal. Tam uyanmadan önceki (Hipnopompik) uyku - uyanıklık arası hal. Aşırı uyarılma veya alınan ilaçlar ya da yoğun konsantrasyon sonucundaki aşırı uykusuzluk hali. Depresyon, yorgunluk vb. sonucundaki uyuşukluk (laterji) hali. Vecit (ekstaz) veya aşırı olumlu heyecanlanma, coşku hali. Histeri veya aşırı olumsuz heyecanlanma hali. Parçalanma (fragmantasyon) hali. Hipnotik yolla geçmişe dönme hali (ekminezik hal). Alfa dalgalarının sürekliliği, görsel imajinsayon yokluğu ve zihinsel etkinliğin en az düzeye inmesiyle karekterize olan meditasyon hali. Alfa dalgalarının sürekliliğinin yokluğuyla karekterize olan trans hali. Gözleri kapalıyken “Hızlı göz hareketleri”nin (REM) olduğu trans hali (yani bir paranormal algılamanın söz konusu olduğu trans hali). Baygınlık hali. Koma hali. Hafızayla ilgili haller. Genellikle mistik deneyimlerde söz konusu olan bilinç genişlemesi hali. Değişik bilinç hali olmakla birlikte, bilinçte bilinen anlamda bir kararmanın söz konusu olmadığı, şamanın psişik yolculuğu sırasında oluşan şamanik bilinç hali.”
Bireysel mistik uygulamalarla (yoga, zen, Şamanizm, meditasyon, rölaksasyon) veya bir operatör eşliğindeki bilimsel yöntem tekniklerle (ipnotizma, manyetizma, psikolojik ayrışma) yapay olarak meydana getirilebilen değişik bilinç halleri kimi koşullarda, çeşitli etkenlerle doğal olarak, kendiliğinden meydana gelebilir. Parapsikologlara göre kendiliğinden meydana gelen değişik bilinç halleri genellikle şu tür durumlarda oluşurlar: Dua, vecd, sarhoşluk, aşırı ağrı, ateşli hastalıklar, duyumsuzlaşma, uykusuzluk, duyuların aşırı uyarılması, yorgunluk, yetersiz beslenme veya aç kalma, şişmanlık veya zayıflık, perhiz, fizyolojik veya psikolojik travma, doğurma, başrolde olma, seks ve orgazm, psişik vakalar, müzik ve dans, büyü ve okült uygulamalar, vücuda uyuşturucu veya vücudun nörofizyolojik ve kimyasal yapısını değiştirecek ilaçlar alınması.

DEĞİŞTİRİLMİŞ ŞUUR HALLERİ


Değiştirilmiş şuur halleri karmaşık bir şekilde çeşitlilik göstermektedir. Uyku değiştirilmiş bir şuur halidir, hipnoz da bu tür bir değişikliği içerebilir, uyuşturucu ve alkol kullanımı da bu tür bir değişikliğe yol açabilir. Tahminen meditasyonda da değişik şuur halleri yaşanmaktadır ama bunlar kendiliğinden ortaya çıkabilir, bilhassa bir kişi tehlikeli bir durumda kaldığında.
Bu, şuur değişikliği hallerinde ne olduğu hakkında bir ipucu verebilir; şuurlu zihin normalde şuuraltı ve hafızanın erişilemeyen bazı bölgelerine erişmekte ve bu durumda, o göreve yoğunlaşmak üzere diğer bütün girdileri” kapatmaktadır”. Hayvanların tekamülündeki mekanizmaların çoğu hayatta kalma temeline dayanır, değişmiş şuur hallerini kullanma yeteneği buradan çıkmış olabilir. Değişmiş şuur halleri sıra dışı hayatta kalma ve dayanıklılık olaylarında da görülmektedir.
Belki de böylesi şartlar değişmiş şuur hallerini güçlendirmektedir. 1964 yılının Haziran ayında Rob Schultheis, Rocky Dağlarında bulunan 4.000 metrelik Neva Dağına tırmanmaktaydı. Gittikçe kötüleşen havayla birlikte dağda tek başına kaldı ve bilinmeyen bir rotayı izlerken aşağı inmeye çalışarak durumunu daha da kötüleştirdi. Başı ciddi bir şekilde derde girdi ve en sonunda dağdan aşağıya sekerek kaydı ve dar, meyilli bir çıkıntıda yaralı ve kanlar içinde durdu. Bu durum ayağa kalkmasını engelleyen zor ve ıstıraplı bir deneyimdi ama yürümeye başladığında acısının mucizevi bir şekilde kaybolduğunu gördü.
Dikkati artmıştı; keskin bir görüş, inanılmaz bir beceri ve denge kazanmıştı ve kendisini aşırı bir zindelikte hissediyordu. Çevresini ve kayaların içindeki kristalleri değerlendirişi aynı anda olmaktaydı. Birçok tehlikeden sonra dağdan güvenli bir şekilde indi. İniş sırasında bir ara sıra dışı bir biçimde altı metrelik çok dik bir yüzeye takılı kalmış ve normal becerilerinin çok ötesinde olduğuna inandığı hareketler yapmış. “Hata yapamazdım çünkü bende hata diye bir şey kalmamıştı. Düşüp düşmemem hiç önemli değildi çünkü düşmeme olanak yoktu; bu, iki kere ikinin dört etmesi gibi kesindi.
Bunlar tabii ki abartılmış bir saçmalıktı ama buna bütün hücrelerimle inandım, inanmasaydım, uçurumdan aşağı yuvarlanacaktım.” Schultheis, meditasyon ve arada bir zihin hallerini değiştirici ilaçlarla oluşturulmaya çalışılan yükseltilmiş bir farkındalığı kısa bir süre için denetimlemişti ama onun yaşadığı olayda bu değişim, ihtiyacı tarafından güçlendirilmişti.



World’s Greatest Unsolved Mysterıes adlı kitaptan çeviren Burak ERKER

PARAMAN LABORATUARI PROGRAMI (PLP)



Merkezi Amman'da bulunan ve dünyanın çeşitli yerlerindeki (Avusturya, Almanya, İngiltere ve ABD) şubeleriyle, insanın bilinmeyen yanları ve duyular dışı algılamaları üzerinde çalışmakta olan PLP'den iki görevli, olası işbirliği olanaklarını görüşmek üzere BİLYAY Vakfı'nı ziyaret etmişti. Kendileriyle yaptığımız röportajı META FM'den de yayınlamış, ayrıca PLP'nin kısa bir tanıtımını RUH ve MADDE dergisinin bundan önceki sayılarında yapmıştık. Bu sayımızda da PLP'nin çalışmalarının bir kısmıyla ilgili bir raporu aşağıda sunuyoruz.




Sıra dışı ve Uzaktan Şifa Fenomeni ve Zihin – Beden Etkileşimi İçin Yeni Bir Model İhtiyacı

Modern bilimin ortaya çıkardığı gelişmenin büyük bir bölümünün; birçoğu zamanın saptanmış bilimsel bilgisinin belirli kavramlarıyla ilgisiz gibi görünen ve bazıları gerçekten de ilgisiz olan yeni fenomenlerin keşfedilmesi ve incelenmesinin bir sonucu olduğu, uzun zamandır bilinen bir gerçektir. Esasen, yeni fenomenlerin bilimsel bilginin gelişimindeki hayati rolü sebebiyle, bilimin, böyle mücadele gerektiren fenomenleri incelemesi gerektiğini söylenebilir.
Sözünü edeceğim fenomenler hiçbir biçimde yeni veya bilinmez bir konu değildir, ama bir açıdan da yeni sayılırlar; araştırmacılar bu fenomenlere hak ettikleri ilgiyi göstermemişlerdir, daha doğrusu bu fenomenler ihmal edilmişlerdir. Ancak, bu fenomenler ima ettikleri şeyler ile bilimsel bilgi için bir meydan okuyuş gibidirler ve de insan şuuru ve beden-zihin etkileşimi üstünde süregelen ve sürekli biçimde büyüyen tartışma hakkında önerecekleri çok şey vardır.
Bahsettiğim fenomenler, kısaca bazı bireylerin bedenlerinin çeşitli kısımlarında kasten ciddi hasarlar meydana getirme ama böyle yaralanmaların normal sonuçlarından muzdarip olmamalarıyla ilgili sıra dışı yeteneklerdir. Bu fenomenleri Kasten Oluşturulmuş Bedensel Hasar (KOBH) olarak adlandırmaktayız. KOBH’un en bilinen biçimi, bedenin çeşitli kısımlarına zarar vermeksizin sivri aletler batırmaktır. Böyle yeteneklerin çeşitleri; dünyanın her yanında bireyler tarafından, genellikle dinsel veya büyüsel-dinsel törenler sırasında gösterilmiştir. Bu ayinler ile ilgili çok sayıda saha çalışmalarında KOBH yeteneklerinden sıkça söz edilir. Ancak esasen antropologlar tarafından hazırlanan bu raporlar, bu uygulamaların sıra dışı yanlarına ya az ya da hiç ilgi göstermemiştir ve raporu hazırlayanlar, bu sıra dışı özellikleri sürekli göz ardı etmiş veya hafife almış ve de fenomenin dinsel bağlamına ve sosyolojik işlevlerine yoğunlaşmışlardır.
KOBH yeteneklerinin tıp bilimlerindeki bilimsel bilgiyi ilerletme ve zihin-beden etkileşimi ile ilgili geçerli anlayışı geliştirmede muhtemelen oynayabileceği bariz biçimde önemli rolüne karşın, bu fenomenler, kontrollü laboratuar koşulları altında çok az araştırılmaktadır. Bu fenomenlerle ilgili olarak üç büyük deneysel araştırma bulunmaktadır. Bunlar; Wolfgang Larbig ve meslektaşlarının Tübingen Üniversitesi, Almanya’daki deneyleri; Elmer Green ve yardımcılarının Menninger Vakfı, Topeka-Kansas, ABD’deki deneyleri ve son olarak da Kenneth Pelletier ve Erik Peper’in ABD’deki bir dizi laboratuarda yürüttükleri deneylerdir. Bu öncü araştırmacılar; bu fenomenlerin fizyolojisi ile ilgili özelliklere ışık tutmada büyük öneme sahiptirler ancak bunların sonuçları birkaç faktörle sınırlanmıştır; faktörlerden biri, bu çalışmalardan ikisinin aslında birer deneğe sahip olmasıdır; Pelletier ve Peper ise iki denek üzerinde daha deney yaptıklarını rapor etmişlerdir. Dolayısıyla, bu kontrollü deneylerde ilk başlarda sadece, böyle bir yeteneğe sahip olan dört kişi incelenmiştir.
Benim ve meslektaşlarımın KOBH fenomenlerine olan merakımız; Casnazaniye Tarikatı olarak bilinen bir Sufi ekolüne mensup dervişlerin etkileyici ustalıkları ile karşılaştığımızda iyice arttı. Bu Sufi ekolünün takipçileri Irak, Ürdün, Sudan, Hindistan ve diğer başka ülkelerde de bulunmaktadır. Bu dervişler, Üstatlarının ruhsal gücünün bir kanıtı olarak dinsel bağlamda KOBH ustalıklarını uygulamaktadırlar. Dervişlerin gerçekten de sıra dışı ustalıklarını tamamen isteyerek, özel bir yer veya atmosfer ihtiyacı duymaksızın uygulayabildiklerini öğrendiğimizde, bunlardan bir grubun KOBH ustalıklarını deneysel biçimde araştırmak için mükemmel denekler olacaklarını düşündük. Yirmi sekiz dervişin deneylerimize katılması için Casnazaniye Tarikatının Üstadı Şeyh Muhammed el-Casnazani’nin iznini aldık. İlk olarak, bu dervişlerin kontrollü laboratuar koşulları altında gösterebildikleri KOBH becerilerini kısaca anlatmak isterim.
Dervişler, şiş veya büyük çiviler gibi keskin ve sivri nesneleri bedenlerinin çeşitli kısımlarına sokmaktadırlar. Bu aletleri, sterilizasyon olmaksızın kullanmakta ve ek olarak, performanslarını gözlemleyenlerin istekleri üzerine, aletleri yere sürerek kasten kirletmektedirler. Bu aletlerin batırıldığı beden kısımları; yanakları, dili, ağzın alt kısmını, kulak memelerini, boynu, kolları, göğüs kaslarını ve karnı içermektedir. Bu faaliyetlerde kullanılan aletler genellikle metalden ve farklı yarıçaplardadır. Ancak, yanaklar ve ağzın alt kısmı gibi, sivri uçlu tahta parçalarını kırmadan sokmak için normal bir el basıncının yeterli olduğu bedenin yumuşak kısımlarında, bu aletler metal olanların yerini alabilir. Normalde tahta parçalarının sebep olması beklenen doku tahribatı ve acı; metal aletlerinkinden daha büyüktür çünkü tahta olanlar, genelde daha kaba yüzeyleri ve düzensiz yarıçapları olan el yapımı aletlerdir. Ek olarak, dervişler çekiçlerin yardımı ile köprücük kemiğine olduğu kadar, kafataslarının çeşitli taraflarına da hançerler saplamaktadırlar. Çekiç ayrıca gözlerin hemen altına bıçak saplamak için de kullanılmaktadır. Dervişler aynı zamanda cam ve keskin jiletleri çiğnemekte ve yutmaktadırlar. Bu ustalığın; sindirim yolundaki organları da içerdiği açıktır.
Dervişin böylesi ustalıkları göstermeyi bir çizik bile almadan bitirmesi olgusu; bedeninin acı, kanama ve enfeksiyona sıra dışı bir bağışıklıkla cevap verdiğini ima etmektedir. Sivri ve keskin nesnelerin bedenden çıkarılmasından sonra yaraların anında iyileşmesi; bu ustalık gösterilerinin bir diğer sıra dışı yanıdır. Böyle yeteneklerin; normal şartlar altındaki bir insanın kapasitesinin çok çok ötesinde olduğunu söylemeye herhalde gerek yoktur.
Yukarıda sözü edilen KOBH yeteneklerinden ayrı olarak, dervişler; ilkinden ayrı tuttuğumuz ve Hasara Direnç olarak adlandırdığımız başka ustalıklar da uygularlar; bu ustalıklar sırasında beden, normalde oluşacak olan hasara direnir. Bu ustalık gösterileri; ateş tutma, bedeni zehirli yılan ve akreplerin ısırıklarına maruz bırakma ve nihayet bedene elektrik şokları uygulamayı içermektedir. Zamanımız ve bu makalenin kapsamı sınırlı olduğundan, bu ustalıklar hakkında yorum yapmayacak ve sadece KOBH yeteneklerine odaklanacağım.
Acı, kanama ve enfeksiyonun ve de büyük yaraların anında şifa bulmasının böylesine etkileyici biçimde kontrol edilebilmesinin, tıp açısından çağrıştırdığı şeyler son derece değerlidir. Bu sıra dışı yetenekler, eğer irade ile kontrol edilebilirse, bunların, örneğin cerrahide kullanımı, kelimenin tam anlamıyla hayal gücünü aşar. Aynı zamanda, yaraların iyileşme mekanizması gibi, bilimsel bilginin hala büyük ölçüde karanlıkta kalmış noktalarına ışık da tutabilirler. Dolayısıyla, şu ana dek bu fenomenleri ihmal etmiş olmamızın hiçbir bahanesi olamaz.
Laboratuarlarımızda, dervişler KOBH yeteneklerini göstermeden önce, gösteri esnasında ve sonra, bedenlerinin birkaç fizyolojik parametresini araştırdık. Genelde ölçümler, bu ustalıkların performansı esnasında belirgin bir sistematik fizyolojik değişiklik deseni önerir gibi görünmemekteydi. Bazı deneylerde gözlemlenen, derideki elektrik direncinde yükselme gibi bazı değişmeler; aynı denekler tarafından aynı ustalığın gösterilmesi ile ilgili sonraki deneylerde kendilerini tekrarlamadılar. EEG ölçümlerinin normalden hiçbir sapma göstermediğini ve dolayısıyla bunun, KOBH ustalıklarına genellikle EEG’de düşük frekanslara doğru bir kaymanın eşlik ettiğini bulan daha önceki araştırmacılarla çeliştiğini vurgulamak isterim. Larbig ve yardımcıları, deneklerinin EEG’sindeki teta frekanslarında bir artış gözlemlemişlerdi, halbuki Menninger ekibi ve de Pelletier ve Peper, iki KOBH ustasının EEG’sinde artkafa alfa faaliyetinde artışlar olduğunu bulmuşlardı. Ancak, Peper ve diğerleri tarafından incelenen bir diğer denek; artkafa EEG’si esasen beta faaliyetinden oluştuğundan, farklı bir EEG deseni göstermişti.
Kişi, otonomik işlevlerin kontrolünü incelediğinde; ilk olarak bu ustalık gösterilerinde gerçekte neyin meydana geliyor olduğunu bilmekle ilgilidir. Bunu bildiği anda, bu sıra dışı kontrolün nasıl başarılabildiği ile daha da çok ilgili hale gelir. Fizyolojik ölçümler bize bedende ne gibi sıra dışı reaksiyonların yer alıyor olduğunu söyleyebilir, ancak bu ölçümler, sıra dışı yeteneklerin başlangıçta nasıl geliştiğini ve korunduğunu bize söylemez. Bu fenomenlerin nesi ve nasılı arasında kesin sınırlar vardır ve bu sınırları bir yandan öte yana geçmek son derece güçtür. Neler olduğunu gözleyebiliyoruz ama nasıl oluştuğu hakkında spekülasyon yapmaya zorlanıyoruz. Biyogeribesleme; bazı otonomik işlevlerin kontrolündeki bu sınırlardan bazılarını ortadan kaldırmakta başarılı olmuşa benzemektedir ama bu teknik, KOBH ustalıklarında görülen ana bedensel süreçlerin kontrolünde, bilinen bir başarının sahibi değildir. KOBH uygulamalarında işin içindeki gayri ihtiyari tepkileri kontrol eden süreçlerin ne olduğunu bilmek ve anlamak çok önemlidir ama bu bilgi; bu sıra dışı kontrolü başarma biçimine dair bir anlayışla birleştirilemediği takdirde, hiçbir işe yaramayacaktır.
Araştırmacılar, KOBH fenomenlerini açıklamak için girişimlerde bulunmuşlardır. Larbig ve meslektaşları, deneklerinin; bedeni şişler tarafından delinirken, bedenin reaksiyonlarını kontrol etmek için otohipnoz kullanıyor olduğuna inanmışlardı. Öte yandan Pelletier ve Peper ise kendi kendini disipline etme sürecinin, deneklerini sıra dışı bir kendine güven ve meydan okuma düzeyi ile donattığını önerdiler.
Dervişlerin yetenekleriyle ilgili gözlemlerimiz; yukarıda söz edilen spekülasyonları desteklememektedir ve aslında KOBH ustalıklarında neyin söz konusu olabileceğine dair, tamamen farklı bir görüş önermektedirler.
Casnazaniye Tarikatının dervişler topluluğuna katılmak isteyen herhangi bir kişi; neredeyse iki dakika süren ve Halifeler olarak bilinen ayrı bir derviş grubunun dahil olduğu bir ayine katılmak zorundadır. Arapça bir sözcük olan halife; Üstadın vekili anlamına gelir. İnisiyeye, sağ elini Halifenin sağ eline bir tokalaşma biçiminde koyması ve Halifenin ardından Casnazaniye Tarikatına bağlılık yeminini tekrarlaması söylenir. Bu kısa törenden sonra o kişi artık bir derviş haline gelmiştir; yani diğer dervişler gibi, KOBH ustalığını uygulama izni ile donatılmıştır. Bu basit ve açık prosedür; KOBH uygulayan dervişlerin başarısının imanlarının, kendilerine güvenlerinin veya cesaretlerinin gücünün bir işlevi olduğu olasılığını ortadan kaldırıyor gibi görünmektedir.
KOBH ustalığını uygulama izni ile donatılmadan önce dervişin fiziksel ve/veya psikolojik durumunun üstünde hiçbir biçimde durulmadığına dikkatinizi çekmek isterim. Sağlık durumları kötü olan, hatta hemofili hastalarına bile KOBH uygulama izni verilmektedir. Ek olarak, sıra dışı ustalıklarıyla ilgili gösteri esnasında dervişler ilgisiz, kopuk bir şuur durumunda olduklarına dair herhangi bir işaret de vermemektedirler. Çevrelerine normal tepkiler vermektedirler; sıradan bir şuur durumundan başka bir durumda olduklarını önerecek bir sebep de yoktur.
KOBH ustalığının kitlesel biçimde uygulanması; fenomenleri, bu maharetlerde ustalaşmış bir bireyin fiziksel ve/veya psikolojik karakteristikleri açısından, anlayışın çok ötesine yerleştirmektedir. Bu olguyu göz ardı etmek; fenomenler için hazırda bulunan izahlar önermeye yol açmıştır. Bu yaklaşımın sadece yetersiz değil, aynı zamanda yanlış olduğu açıktır. KOBH yetenekleri olan insanlarla ilgili her bir vakayı açıklayıvermek çok kolaydır ama açıklamayı kanıtlamak son derece zordur.
Araştırmacılar, sıra dışı fiziksel şifayı içine alan fenomenleri izah etmeye kalkıştıklarında, bilhassa belirli bir terime başvurmaktadır: değişmiş şuur halleri. KOBH ustalıklarında da bu haller vardı ve etnografik çalışmalar daima sıradan kişilere verilen bu sıra dışı yetenekleri, aceleyle, bu ustalıkları sergileyen kişinin değiştirilmiş bir şuur halinde olduğu biçiminde düşünmüşlerdir. Ancak birkaç nedenden dolayı, bu ciddi bir açıklama olarak düşünülemez. KOBH ustalıklarını; şuurda, normallikten bir değişmiş hale geçişin sonucu olarak izah etmek için yapılan her girişim, zihinsel halin ne anlama geldiğini de belirlemek zorunda olacaktır. Şuurdaki değişmelerin, fiziksel değişmeler halinde yansıyacağına dair hiçbir şüphe yoktur ama şuurdaki farklı değişmeler; bedende farklı değişmelere yol açar. Şuurun bazı değişmiş halleri, potansiyel şifa etkilerine sahiptir ama diğerleri kötü etkilidir ve kişinin sağlığı için pekala tahrip edici olabilir. Değişmiş şuur halleri terimi; altmışların başında ortaya çıktığından beri çok geniş bir anlama sahip olmuş, psikolojik ve fizyolojik değişmelerin geniş bir yelpazesini ifade etmekte kullanılmıştır. Aslında çağrıştırdıkları o kadar çoktur ki terim ancak, sıradan halden başka, bütün şuur halleri olarak negatif ve oyuncaklı biçimde tanımlanabilir. Dolayısıyla bu, KOBH yeteneklerinden değişmiş şuur hallerinin sorumlu olduğunu söylemek için ne yeterli ne de ikna edicidir. Söz konusu şuur hali açıkça tanımlanmadığı takdirde, böyle bir izahın temeli yoktur. Aslında kişi, bunun zaten en başta bir izah olmadığını da savunabilir.
Dervişlerin ne KOBH gösterileri esnasında, ne öncesinde ve ne de sonrasında normal şuur hallerinden ayrıldıklarına dair hiçbir işaret göstermediklerinden daha önce söz etmiştim. Normal fizyolojik ölçümler ve bilhassa da EEG'nin normalliği bu gözlemi desteklemektedir. Bu ustalıklarda şuurun olası rolü üstünde durduğumuzda, dervişlerin KOBH yeteneklerinin özel önem taşıyan bir başka yönünden söz etmek isterim.
Derviş, KOBH ustalıklarını sadece kendi bedeni üstünde uygulamaya muktedir değildir; diğer insanların bedenlerini de benzer bir başarı ile kullanabilir. Bu diğer insanların derviş olmaları şart değildir. Aslında, dervişlerin, gösterilerini seyredenleri, kendi bedenlerini de delmelerine izin vermeleri için ikna etmeye çalışmaları bildik bir uygulamadır, böylece bu ustalıkların kendi bedenlerinde uygulandığını gören insanlar da derviş olmaya karar verebileceklerdir. Ek olarak, derviş, gösterisinde çocukların bedenlerini de kullanabilir. KOBH ustalıklarının gösterilmesinde başkalarının bedenlerinin kullanılması; dünyanın çeşitli yerlerindeki böyle uygulamaları gözlemleyenler tarafından da bildirilmiştir.
Dervişlerin başkalarının bedenleri üstünde anında şifa oluşturmada olduğu kadar acıya, kanamaya ve enfeksiyona karşı gösterdikleri sıra dışı bağışıklıktaki başarılarını izah etme girişiminde, inancın rolünü kabul etmek zordur. İlk olarak, inancın gerçekten de KOBH sıra dışı yeteneklerinden sorumlu olduğunu kanıtlama sorunu vardır. İkincisi, inananları inanmayanlardan ayırmak üzere inanç için her ne tanım verilirse verilsin ve hangi kriter kullanılırsa kullanılsın; bedenleri başarılı biçimde delinenlerin hepsinin de gerçek inananlar olduğunu varsaymak son derece spekülatiftir. En azından çocuklar söz konusu olduğunda, bu tahmin işe yaramaz. Dervişlerin, derviş olmayanların bedenlerini kullanarak KOBH ustalıklarını gösterebilmeleri; normalde işlediği tahmin edilenden tamamen farklı bir mekanizmayı önermektedir. Bu noktanın ciddi çağrışımları vardır ve detaylı biçimde tartışılmayı hak etmektedir.
Otuz yıl öncesine kadar, Kartezyen zihin-beden düalitesi uzun bir zaman boyunca modern tıbbın temel varsayımı idi. Bu felsefi kavrama göre zihin; bedenden aşağı düşünülmekteydi ve dolayısıyla zihnin, beden üzerinde etki edemeyeceği sonucuna varılmıştı. Bu Kartezyenci düalite; hastalığı sadece bedensel, biyokimyasal veya nörofizyolojik işlevlerdeki bozukluklar açısından tarif eden tıp modeli olan biyotıbbın ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Davranış bozukluklarının bile, somatik süreçlerdeki bozukluklar bazında izah edilmesini dikte etti. Kısaca Kartezyenci düalite, fizik ve kimyanın dilinin, biyolojik fenomenleri tarife yeterli olduğunu varsayan indirgemeci tıp modeline yol açtı. Ancak, biyotıbbın kusurları ve sınırları; etkileşimci zihin-beden modeli adıyla daha açıklayıcı ve anlaşılır bir modelle yer değiştirmesini zorunlu kıldı.
Yeni model; sağlık ve hastalıklar açısından zihnin, bedene eşit bir ortak olduğu bütüncül bir görüş sağladı. Dolayısıyla tavır, plasebo, telkin ve tahayyül gibi psikolojik faktörler ve durumlar; etkileşimci beden-zihin modeli tarafından, kişinin genel sağlık durumuna doğrudan ve önemli katkılar olarak düşünülmektedir. Bu model; en azından kısmen psikolojik kaynaklı olan ve biyotıbbın üstesinden gelemediği hastalıkları anlamakta başarılı oldu. Bilhassa, kişinin zihninin kendisindeki bazı somatik hastalıkları iyileştirdiği ve biyotıpta hiç yeri olmayan kendi kendine şifa fenomeni; yeni tıp modeli tarafından kabul edildi ve üstünde duruldu. Meditasyon ve biyogeribeslemenin çeşitli teknikleri gibi psikolojik ve psikofizyolojik durumlar, biyotıbbın sınırlılığının örnekleri ve aynı zamanda etkileşimci zihin-beden modelinin geçerliliği hakkındaki kanıtlarıdır.
Ancak, etkileşimci zihin-beden modeli de tek başına, "kendi kendine şifa"dan ziyade başkalarına şifa diye adlandırılabilecek diğer şifa fenomenlerini izah etmede yetersizdir. Başkalarına şifa terimi; bir kişinin zihninin, bir başka insanın bedeni de olabilen, bir diğer biyolojik sistem üstüne şifa etkileri uyguladığı fenomeni anlatmaktadır. Etkileşimci zihin-beden modeli; zihnin bir kişinin bedeni üzerindeki etkilerini kabul eder ama bir kişinin zihnini, bir başka kişinin bedeni üstündeki olası uzaktan tesiri üstünde durmaz. KOBH ustalıkları başkalarına şifa fenomenlerine örnektirler. KOBH gösterilerini, kendileri KOBH yetenekleriyle donanmamış diğer insanların bedenleri üstünde kullanan derviş aslında, bu insanların bedenlerini bildik dürtülere sıra dışı tepki vermeleri ve acıyı bastırmaları, enfeksiyonu önlemeleri, kanamayı durdurmaları ve şifayı hızlandırmaları için dürtülemektedir. Burada, bu sıra dışı tepkilerin bu insanların bedenlerinde kalıcı yetenekler haline gelmediğini belirtmek gerekir, yani bu insanlar daha sonra yetenekli bir dervişin müdahalesi olmaksızın KOBH ustalıklarını sergileyememişlerdir.
Bir kişinin bedeninde, başka birisi tarafından oluşturulan bu sıra dışı şifa tepkilerinin hangi biçimde dürtülendiği ise zihin-beden etkileşimi modelinin sınırlılığını açığa çıkarmaktadır, tıpkı çeşitli psikolojik ve psikofizyolojik fenomenin, biyotıbbın dar görüşünü ortaya çıkarması gibi. Şifa fenomenini araştıranlar; insanlardan, çeşitli biyolojik sistemlere şifa etkilerini aktarılması olasılığı hakkında zaten kanıtlar bulmuşlardır. Doktor Larry Dossey'in adlandırdığı gibi böyle lokal olmayan bir tıp; KOBH fenomenleri yoluyla istisnai bir mükemmellikle incelenebilir çünkü bu ustalıklar, diğer şifa fenomenlerinde eksik olan vazgeçilemez bir özelliği sağlamaktadırlar, yani tekrarlanabilirliği.
Şifa fenomenlerini incelerken, araştırmacıların karşısına dikilen ana sorun, pozitif sonuçların tekrarlanmasının zorluğu idi. Bu da, bu geleneksel olmayan fenomenin, genelde bilimsel çevrelerde kabul edilmesinin önünde büyük bir engel oluşturuyordu. Daha da genelleştirirsek, parapsikolojinin geçerliliği hakkında bilim adamlarının fikir ayrılığı; parapsikolojinin bulgularının tekrar üretilemeyişinin sonucudur. Aslında, KOBH fenomenleri tekrarlanabilir olmaktan başka bir şey yapamazlar. Eğer yüzde yüz tekrarlanabilir olmasalardı, bu fenomenleri zaten göremezdik çünkü herhangi bir KOBH gösterisindeki bir başarısızlık bazen ölümcül de olabilecek ciddi bir yaralanma anlamına gelmektedir. Dervişler üzerindeki deneylerimizde, deneklerden hiç birisi bir an bile başarısızlık yaşamamışlardır ve böyle herhangi bir başarısızlığın, derviş topluluğunda yaşandığını da bilmiyoruz.
Son olarak KOBH fenomeninin bir diğer önemli yönüne dikkat çekmek istiyorum; bu, KOBH'un başarısı için kastiliğin hayati bir gereklilik olduğudur. Dervişin, KOBH gösterilerinde kendisini kasten yaraladığında bedeni tarafından sergilenen sıra dışı tepkiler ve şifa işlemleri; aynı derviş, benzer bir yaralanmaya istemeden maruz kaldığında harekete geçmemektedir. Bir başka deyişle, eğer dervişlerden birisi yaralanmasına sebep olan ani bir kazaya uğrarsa, yaraları; KOBH yeteneklerine sahip olmayan diğer herhangi bir kişinin yaralarının gösterdiği normal davranışı göstermektedir. Yaralar acı verebilmekte, kanayabilmekte, enfeksiyon kapabilmekte ve normal şifa seyrini izlemektedir. Harekete geçiriyor gibi göründüğü sıra dışı mekanizmalar açısından, kastiliğin; bu bağlamda ne anlama geliyor olduğunu bilmeye ihtiyaç olduğu açıktır.
Kazara yaralandıktan sonra, dervişin kendisine sıra dışı biçimde şifa verememesi olgusu; KOBH gösterilerindeki sıra dışı tepkileri harekete geçiriyor gibi görünen şeyin; şifada kastilik değil, daha ziyade yaraya sebep olmadaki kastilik olduğunu belirtmektedir. Bu; bilinen şifa fenomeniyle kıyaslandığında KOBH ustalıklarının beklenmedik ve kendine özgü bir özelliğidir. Şifa fenomeni hakkındaki temel bir olgu; şifa etkilerinin herhangi bir olası tekrarının, şifacının şifa verme niyeti ile koşullandırılmış olduğudur. Ancak KOBH ustalıkları söz konusu olunca, durum tamamen farklıdır; çünkü şifa etkilerinin harekete geçmesi, dervişin yaraya şifa vermeme niyeti tarafından koşullandırılıyormuş gibi görünmektedir. Kasıtlı şifa ve kasıtlı hasar verme tarafından ortaya çıkarılan şifa süreçleri arasında var olan farklılıklar ve benzerliklerin neler olduğunu araştırmak, son derece önemlidir ancak şu anda bunlar hakkında spekülasyon yapmak da imkansızdır.
Bu kısa sunumun, KOBH fenomeni hakkındaki araştırmamıza dair açık ve net bir manzara sağladığını umarım. Ve umarım ki araştırıldığında, insan bedenindeki şifa mekanizmaları ve zihnin bu somatik mekanizmaları harekete geçirmedeki rolü hakkında, şu an geçerli anlayışımızı ileriye götürmede muazzam avantaj sağlayabilecek bir fenomen hakkında ilgi uyandırabilmişimdir.



Çeviren: Yasemin TOKATLI
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin
Admin
Admin
Admin


Zodyak : Yay
çin astrolojisi : Köpek
Mesaj Sayısı : 358
Kayıt tarihi : 11/04/09
Yaş : 41
Nerden : Türkiye
Lakap : Garf

DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ Empty
MesajKonu: Geri: DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ   DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ EmptySalı Ağus. 31, 2010 12:11 am

DEĞİŞTİRİLMİŞ ŞUUR HALLERİ VE TRANS


Reşat Güner



Giriş

İnsan şuuru üzerine yapılan araştırmalar derinleşip geliştikçe, şuur olgusunun çok derin ve çok yönlü bir şey olduğu ve basit fizyolojik açıklamalarla izahının mümkün olmadığı görülmüştür. 18. ve 19. yüzyılın ayrıştırmacı, materyalist bilim anlayışı her konuda olduğu gibi insan şuurluluğunun da fiziksel ve kimyasal süreçlerle açıklanabileceğini savunmuş ve bu tip süreçleri aşan her türlü fenomeni görmezden gelmiştir.
Bugün dahi bu konu üzerinde pek çok tartışmalar yapılmakla birlikte artık katı anlamda materyalist görüşün ötesine geçilmiştir. Burada elbette bilimde -özellikle kuantum fiziğinde- gerçekleştirilen pek çok keşfin önemli bir payı vardır. Çünkü bu gelişmeler bilimin sınırlı ufuklarını genişletmiş ve bilim adamlarının daha cesurca atılımlar yapabilmelerini sağlamıştır. Tabiidir ki, daha keşfedilmesi ve anlaşılması gereken pek çok alan (gerek insan şuuru hakkında, gerek evren hakkında, gerekse karşılıklı bağlantılar ve bu bağlantıları yönlendiren yasalar hakkında) bizleri beklemektedir ve daha ileri çalışmalar pek çok yeni bilgiyi gün ışığına çıkaracaktır.
İnsan şuuru ve onun derinliği ile ilgili çalışmalar tarihin çok eski devirlerine kadar uzanmaktadır. Eski Mısır, Eski Hint ve Grek filozoflarının metinlerinde bu konuyla ilgili pek çok bilgi bulmak mümkündür.
Ayrıca hemen tüm dinlerin ve geleneklerin ibadetle ilgili uygulamalarında daha derin şuur hallerinin deneyimlenebilmesine yönelik olmak üzere pek çok uygulamalar buluruz. Örneğin Hint kökenli dinlerde meditasyon ve yoga aslında bir ibadet biçimi olarak ele alınmaktadır. Halbuki bugün pek çoğumuzun da bildiği gibi bu uygulamalar şuurumuzu dış dünyaya odaklanmaktan alıkoyarak, daha yüksek seviyeli birtakım enerjileri bünyemizde toplayabilmek amacıyla kullanılmaktadır. Ve esas amacı da zaten budur.
Şamanik kökenli kabile kültürlerinde uygulanan çeşitli ritüellerin ve ibadetlerin de asıl amacı bir tür trans halini sağlayarak insanın ruhsal dünya ile ilişkiye geçebilmesini sağlamaktır.
İslam kültürü içerisinde de sufizm ekollerinde yapılan çalışmalarla “keramet” denilen çeşitli psişik yeteneklerin geliştirildiğini, farklı psişik boyutlara şuur yolculukları yapıldığını görüyoruz. Bu hallerin elde edilebilmesi için, zikir, oruç ve meditasyon gibi çeşitli egzersizler uygulanmaktaydı.
Günümüze yaklaştıkça metapsişik ve parapsikolojik araştırmalarla insan şuurunun daha derin bölgelerine ve buutlarına ait geniş bilgiler edinilmiştir. Günümüzde ise gerek psikolog ve psikiyatristlerin, gerekse çeşitli dallara mensup bilim adamlarının şuurun kökeni ve özellikleri hakkındaki araştırmaları sürmektedir. İlerleyen kısımlarda bu araştırmalardan elde edilen sonuçlara değineceğiz. Tüm bu araştırmaların özet olarak vardığı sonuç şudur:
Şuur ve şuurluluk beynin bir yan ürünü değildir. Tam tersine beyin, şuurun fizik plandaki bir uzantısı ve vasıtasıdır. Hatta beyin ve fizik beden faaliyeti dursa veya fizik beden ortadan kalksa bile şuur faaliyeti durmamaktadır.
Şimdi çeşitli yönleriyle kısaca insan şuuru hakkındaki bilgilerimizi gözden geçirelim.

Olağan Şuur Halleri

Olağan şuur halleri temel olarak iki fazda kendini gösterir:
1) Uyanıklık hali; 2)Uyku hali.
Normal yaşam içerisinde şuur yaşantımız duyulara ve duygulara bağımlı bir durumda sürüp gitmektedir. Eğer özel bir yeteneğe sahip değilsek veya bu konuda özel bir çabamız yoksa olağan durumlarda şuurumuz duyular kanalıyla dış dünyadan her an gelmekte olan etkilerle meşgul bir durumdadır. Dış etkiler hayatımızda baskındır. Zihinsel yaşantımız da bu dış etkilerle ilgili çağrışımlarla sürmektedir. Anılar, çeşitli duygu halleri zihnimize sürekli hakim olurlar.
Uykuda ise bedene ve duyulara ilişkin faaliyetler minimum düzeye iner. Dış dünya ile ilişki kopar. Ancak hatırlanan rüyaların dışında belirgin bir şuur faaliyeti yoktur. Rüyalar ise bedensel işlevlerin veya gündelik şuur yaşantımızın etkisiyle meydana gelebildiği gibi, tamamen bunların dışında daha üst seviyeli etkilerle de oluşabilir.

Değiştirilmiş Şuur Halleri

Ancak bu iki halin dışında (uyku ve uyanıklık) bazen kendiliğinden bazen de özel çalışmalar sonucunda deneyimlenebilen çeşitli şuur halleri mevcuttur. Bunlara modern parapsikoloji literatüründe ve noetik bilimlerde “değiştirilmiş şuur halleri” (altered states of consciousness) denilmektedir. Bu terim, olağan şuur hallerini esas olarak kabul edip buna öncelik vermektedir. Halbuki bedenli haldeyken sahip olduğumuz şuur hali geçici ve kapalı şuur halidir. Değiştirilmiş şuur halleri olarak adlandırılan durumlar esasında, şuurumuzun derinliklerinde bulunan çok daha geniş kapsamlı boyutlara açılan minik pencerelerdir.

Ruh ve Beden İlişkisinin Gevşemesi

Değiştirilmiş şuur hallerinin hepsinde az veya çok biçimde ruh ve beden ilişkisinin gevşetilmesi söz konusudur. Bu ise çok çeşitli yollarla meydana getirilebilir. Ve günümüzde bu hallerin hemen hepsi “trans” olarak adlandırılmaktadır. Bu şuur değişikliği fizyolojik, psikolojik ve farmakolojik yollarla sağlanabilir. Değiştirilmiş şuur hallerine örnek olarak ipnotik ve manyetik trans, duyumsal tecrit, gündüz düşü, kişilik değişimi, halüsinasyonlar, vecd ve medyomik transı sayabiliriz.
Duyular dışı algılamaların gerçekleşebilmesi için algılama odağının dış duyulardan iç duyulara yönelmesi gerekmektedir.
Şimdi içlerinde trans olgusunun da genişçe yer aldığı Değiştirilmiş Şuur Halleri ile ilgili örnekleri birer birer inceleyelim:

a) İpnoz ve İpnotik Trans
İpnoz günümüzde gerek psikolojik, gerekse psikosomatik pek çok rahatsızlıkların iyileştirilmesinde kullanılan ve telkinlerle elde edilen yaygın bir tekniktir. İpnoz halinde içine girilen duruma “ipnotik trans” denir. Bu, uyku ile uyanıklık arası bir durumdur. İpnotik transın kendi içerisinde dereceleri vardır. Bunlar çeşitli şekillerde sınıflandırılmışlardır. Trans derecelerinin genel özellikleri şöyledir:
İpnoza benzer hal:
Gevşeme, hafif bir sersemlik, gözlerin kapanması.
Hafif Trans: Gözlerin sabitleşmesi, organlarda sertleşme, solunumun yavaşlaması, nabzın yavaşlaması, hafif anestezi.
Orta Trans: İllüzyonlar (işitme, tatma, koklama), kısmi hatırlamama, kendiliğinden ya da uyartılmış rüyalar, kişilik değişimi, basit postipnotik telkinler, hislerde keskinleşme.
Derin Trans: Uyurgezerlik (transtayken gözleri açabilme), kendiliğinden tam hatırlamama, postipnotik telkinlerin eksiksiz yerine gelmesi, tam hissizlik, tam uyurgezerlik, uyku sonrası pozitif görsel ve işitsel halüsinasyonlar, uyku sonrası negatif görsel ve işitsel halüsinasyonlar.
İpnoz, çok geniş bir uzmanlık alanıdır ve bu konuda sayısız araştırmalar yapılmıştır. Burada yerimiz kısıtlı olduğundan bu konuyla ilgili olarak Michael Talbot’un Holografik Evren isimli kitabında aktardığı küçük bir örnekle yetineceğiz:
“Babam evinde konuk ettiği bir grup arkadaşını eğlendirmek amacıyla profesyonel bir ipnozcu kiralamış ve beni de çağırmıştı. İpnozcu, orada bulunanlar arasında kimin ipnoza daha uygun olduğuna çabucak karar vermiş ve babamın yakın arkadaşlarından, Tom adındaki bir kişiyi kendisine süje olarak seçmişti. Tom bu ipnozcuyla ilk kez karşılaşıyordu.
Tom’un çok iyi bir süje olduğu hemen anlaşıldı, birkaç saniye içinde ipnozcu onu derin bir transa sokmuştu. Sonra gösteri ipnozcularının yaptığı alışılmış oyunları uygulamaya başladı. Tom’u odada bir zürafa olduğuna inandırmıştı, Tom ona şaşkınlıkla bakmaya başladı. Sonra Tom’u, bir patatesin gerçekte bir elma olduğuna inandırdı ve Tom onu kibarca yemeğe başladı. Ama gecenin asıl olayı adamın Tom’a, transtan çıktığında genç kızı Laura’nın ona tümüyle görünmez olacağı yolundaki telkiniydi. Laura’yı, Tom‘un oturmakta olduğu sandalyenin tam karşısındaki bir sandalyeye oturttuktan sonra Tom’a uyanmasını söyledi ve ona kızını görüp görmediğini sordu.
Tom odanın içine bakındı, bakışları, kıkırdayıp duran kızının içinden geçip gitti. ‘Hayır,’ dedi. İpnozcu Tom’a, bundan emin olup olmadığını sordu. Tom, Laura’nın kıkırdamaları artmış olmasına karşın bu soruyu yine hayır diye yanıtladı. Sonra ipnozcu Laura’nın arkasına geçti, böylece Tom’un görüş açısından gizlenmiş oluyordu, cebinden bir nesne çıkarttı. Bu nesneyi, odadaki hiç kimsenin göremeyeceği biçimde dikkatle gizleyerek, arkadan Laura’nın beline dayadı. Tom’dan bu nesnenin ne olduğunu söylemesini istedi. Tom öne doğru eğildi, sanki doğrudan Laura’nın midesine bakıyor gibiydi, sonra onun bir saat olduğunu söyledi. İpnozcu başını sallayarak onayladı ve Tom’a saatin üzerinde neler yazılı olduğunu sordu. Tom, yazılı olanları okumaya çalışır gibi çabaladı ve sonra saatin sahibinin adını (bu, odada bulunanlar arasından ve hiç birimizin kim olduğunu bilmediği birisiydi) ve saatin üzerinde yazılı olan mesajı okudu. İpnozcu daha sonra bu nesnenin gerçekten bir saat olduğunu ve Tom’un üzerindeki yazıyı doğru olarak okumuş olduğunu görebilmemiz için saati odanın içinde dolaştırdı.
Daha sonra Tom’la konuştuğumda, kızının kendisi için kesinlikle görünmez olduğunu söyledi. Onun tek gördüğü şey, ipnozcunun ayakta durduğu ve elinin içinde bir saat tutmakta olduğu idi. Eğer ipnozcu sonradan kendisine neler olup bittiğini anlatmamış olsaydı, herkesin ortaklaşa kabullendiği normal gerçekliği algılamamış olduğunu asla bilmeyecekti.”

b) Manyetizma ve Manyetik Trans
Manyetizma yoluyla elde edilen trans biçimine manyetik uyku adı da verilir. Manyetik trans, ipnotik transa oldukça benzemektedir. Ancak ipnozdaki gibi telkinler yoluyla değil, manyetik paslar yoluyla elde edilir. Manyetik transın dereceleri de ipnotik transa oldukça benzemektedir. Ancak bu yolla daha derin bir trans elde edebilmek mümkündür.
Hem ipnotik hem de manyetik transtan, psişik yeteneklerin geliştirilmesinde faydalanılmaktadır. Bu trans metotlarını kullanarak, telepati, durugörü ve psikometri yeteneklerini geliştirmek ve ortaya çıkartmak mümkündür.

c) Medyomik Trans
Medyomik trans da dış görünüş itibarıyla ipnotik ve manyetik transa oldukça benzemektedir. Hatta ipnotik veya manyetik süreçler yoluyla da medyomik transa geçmek mümkündür. Ancak tecrübeli ve yetişmiş bir medyom, kendi kendisine de transa geçebilir. Medyomik transta amaç daha ziyade, spatyomdaki bedensiz varlıklarla temasa geçmektir. Spatyomdaki bedensiz varlıklarla açık bir iletişim kurabilmek için hafif veya derin bir trans haline ihtiyaç vardır. Daha yüksek titreşim boyutlarındaki varlıklarla irtibata geçebilmek için daha derin transa ihtiyaç vardır.
Medyomun yeteneklerine ve medyomluk türüne bağlı olmak üzere, trans durumu da çok farklılıklar gösterebilir. Bazı durumlarda medyom tamamen kendini kaybedebildiği gibi, bazılarında ise hemen hemen uyanıklık haline çok yakın bir durumdadır.

d) Şamanik Translar
Şamanizm, her ne kadar Kuzey ve Orta Asya’nın dinsel yaşamına hakim olmuşsa da, bu geniş toprakların dini değildir. Bazen karışıklık, bazen de araştırma tembelliği yüzünden öyle uygun görülerek, Şamanizm, Kuzey Asya halklarının, yani Türk ve Tatarlar’ın dini olarak ele alınmıştır. Oysa bu uygulamalara Amerika yerlilerinden, Avustralya ve Güney Afrika’ya kadar pek çok yerde rastlamak mümkündür.
Şamanik uygulamalarda ve kabile kültürlerinde hem bireysel hem de toplu trans deneyimlerinin çok önemli bir yeri vardır. Öncelikle şaman denilen kişi psişik yetenekleri oldukça gelişmiş hassas bir medyomdur. Hatta şamanların bazılarında şifacılık başta olmak üzere, durugörü, duruişiti, prekognisyon ve medyomluk yeteneklerinin pek çoğunun birden bulunduğunu görebiliriz. İyi bir şaman bugünün lisanıyla birinci sınıf bir trans medyomudur. Yani ruhsal alemdeki bedensiz varlıklarla iletişim kurup onların etkilerini ve fikirlerini yeryüzüne aktarabilen bir insandır.

e) Vecd Hali (Ekstaz)
Vecd hali özellikle mistik, ezoterik ve tasavvufi çalışmalarda deneyimlenmesi amaç edinilen bir tür trans halidir. Kendiliğinden deneyimlenebileceği gibi, çeşitli çalışmalarla da ulaşılabilir. Bu hali yaşadığını söyleyen kimseler bunun sözcüklerle ifade edilemeyeceğini söylerler. Ancak vecd hali şu şekilde tarif edilebilir:
Bedensel Olarak: Hemen tam bir hareketsizlik görülür. Dolaşım, solunum vs. çok yavaşlar.
Duyular bakımından: İçsel bakımdan sözcüklerle tarif edilebilmesi mümkün olmayan bir mutluluk, bir sevinç duygusu görülür.
Zihinsel Yönden: Dış dünyayla her türlü bağ kesilir. Ruhta, kendini her şeyle bütün hissetme, birleşmişlik duygusu vardır. Vecd halinde insanın benliği yok olur. Duyular aleminden ayrılır. Duyular, duyu organları, teorik akıl ortadan kalkmıştır. Hatıralar ve irade yok olur. Vecd halinde insan kendisini doğayla, evrenle veya diğer canlılarla bütün hisseder.
Yoğun duygusal hallerde kendi kendine telkinlerle ve birtakım zikirlerle deneyimlenen bazı hezeyan hallerini gerçek vecd hali ile karıştırmamak gerekir.

g) Lüsid Rüyalar
Son yıllarda psikologlar, lüsid rüyalarla giderek daha fazla ilgilenmeye başlamışlardır; bu, rüya görenin tam uyanıklık durumundaki şuurunu koruduğu ve rüya görmekte olduğunun farkında olduğu bir rüya türüdür. Lüsid rüyaların, şuurlu olma olgusunun dışında başka birçok kendine özgü özellikleri vardır. Rüya görenin temel olarak edilgen bir katılımcı olduğu normal rüyaların tersine, lüsid rüya gören kişi, genellikle rüyasını çeşitli yollarla yönlendirebilmektedir, örneğin, bir kabusu hoş bir deneyime dönüştürebilir, rüyanın yer aldığı sahneyi değiştirebilir ya da belirli bireyleri ya da durumları çağırabilir. Bir lüsid rüyadaki mermer zeminler kişiyi ürkütecek denli katı ve gerçektir, çiçekler parlak renkler ve kokular saçarlar; her şey canlı gibidir ve garip bir enerjiyle doludur. Lüsid rüyaları inceleyen araştırmacılar bu rüyaların, kişisel gelişim, özgüveni artırma, zihinsel ve fiziksel sağlığı geliştirme ve yaratıcı bir sorun çözme yeteneği kazanmayı kolaylaştırma konularında uyaran olarak çeşitli yönlerden işlevsel olabileceğine inanmaktadırlar.

h) Beden Dışı Deneyimler (BDD) ve Ölüme Yakın Deneyimler (ÖYD)
İnsan şuurunun bedenle sınırlı olmadığını açık seçik bir biçimde gözler önüne seren iki olgu da, BDD ve ÖYD’lerdir
Tipik bir BDD olayı genellikle kendiliğinden oluşur ve daha çok uyku, meditasyon, anestezi, hastalık ve travmatik acılar sırasında ortaya çıkar (bununla birlikte diğer bazı koşullarda da ortaya çıktığına rastlanmıştır). Bu durumda, kişi birden zihninin bedeninden ayrılmış olduğu konusunda canlı bir his içinde olur. Genellikle, kendisini bedeninin üzerinde havada yüzer durumda bulur, diğer mekanlara gidebileceğinin ya da uçabileceğinin farkına varır.
Bu beden dışı yolculuklara, “Astral Seyahat” veya “Şuur Projeksiyonu da denilmektedir.
Ölüme Yakın Deneyimlerde de aynı özellikler görülür. Bunlar genellikle, aşırı hastalık, şok, kalp durması, komalar ve şiddetli kazalar gibi durumlarda meydana çıkmaktadır. Tipik bir ÖYD özetle şöyle olmaktadır:
Bir adam ölmektedir ve birden kendisini bedenin üzerinde havada yüzer durumda bulur, olup biteni oradan izlemektedir. Birkaç saniye sonra büyük bir hızla bir karanlığın ya da bir tünelin içinden geçer. Parıltılı bir ışıkla aydınlanmış bir alana varır; orada, yakın geçmişte ölmüş dost ve akrabaları onu sıcak bir biçimde karşılarlar. Genellikle tanımlanamaz güzellikte bir müzik duyar ve gözlerinin önünden dünyada gördüğü her şeyden daha güzel görüntüler -dalgalanan çayırlar, çiçeklerle dolu vadiler ve parıldayan nehirler- geçer. Bu ışıkla dolu dünyada hiçbir acı ya da korku duymaz, içini neşe, sevgi ve barış duyguları kaplar. Büyük bir şefkat duygusu yayan bir “ışık varlıkla” (ya da varlıklarla) karşılaşır, tüm yaşam gözlerinin önünde panoramik bir biçimde yeniden canlanır. Bu daha büyük gerçeklik alemi onu kendisinden o denli geçirmiştir ki, orada kalmaktan başka hiçbir şey istemez. Bununla birlikte, genellikle bir varlık ona henüz zamanın gelmediğini söyler ve dünyasal yaşamına geri dönmesi ve fiziksel bedenine tekrar girmesi için onu ikna eder.
Bunun yalnızca genel bir tanım olduğunu ve tüm ÖYD’lerin anlatılan tüm bu özellikleri taşımayabileceğini söylemekte yarar var. Bazı deneyimlerde yukarıda anlatılan özelliklerden bazıları yer almayabileceği gibi, diğerlerinde de bazı ek içerikler olabilir. Bu deneyimlerin simgesel süslemeleri de çeşitlemeler sergileyebilir. Örneğin, Batı kültürlerinden gelen ÖYD’ciler yaşam ötesi aleme bir tünelden geçerek girerken, diğer kültürlerden gelen deneyimciler bir yoldan aşağı yürüyerek, bir su kütlesinin üzerinden geçerek de öte aleme ulaşabilir.

i)Psikodelik Maddeler Yoluyla Elde Edilen Değiştirilmiş Şuur Halleri
İnsanda psikolojik değişikliğe neden olan bitkilerin ilk kayıtlı kullanımı 1502 yılına rastlar. Bu tarihte Meksika’nın Aztec Hükümdarı (Montezuma II) için yapılan şenlikler sırasında yüklüce miktarda özel bazı mantarlar tüketilmişti. Kayıtlara göre bunu kullanan yerliler, vizyonlar gördüler, intihar ettiler, kimisi medyomsal yetenekler sergilediler ve gelecekle ilgili kenahetlerde bulundular.
Bundan sonraki zamanlarda insanda psikolojik değişikliğe neden olan maddeler (drugs) parapsikolojik araştırmalarda kullanıldı. Aslında parapsikologlar ellerindeki süjeleri her istedikleri zaman deney yapabilecekleri uygun bir şuur haline sokmayı hep istemişler ve bunu yapabilecek maddeleri arayıp durmuşlardır.
Bazı mantar, kaktüs ve öteki bitkilerin sadece vizyonu körüklemekle kalmayıp, davranışlardaki birtakım değişikliklerle sonuçlanan algılama değişikliklerine de neden olduğu çok eskiden beri bilinmektedir. Parapsikologlar vizyonların DDA (Duyular Dışı Algılama) ile şu veya bu bakımdan ilişkili olduklarını bildiklerinden doğal olarak DDA araştırmalarında bu bitkilerin yararlı olup olmayacağını düşünmüşlerdir. Fakat bu uygulamadan önce, bu maddeler nedir ve nasıl çalışırlar?
Halk arasında drog adı verilen herhangi bir ilacı bol miktarda kullandığımız zaman dilerium, halüsinasyon ya da benzeri normal olmayan zihinsel fenomenler ortaya çıkmaktadır. Fakat bazı maddeler küçük dozlarda alındıklarında, fiziksel bir hasara neden olmadan DDA’yı harekete geçirebilmektedir. “Amanita muscaria” ve “psilocybe mexicana” gibi bazı mantarlar, kullananda halüsinasyonu harekete geçirmekte, bazı psikolojik değişiklikler meydana getirmektedir. Bu “psikolojik değişiklikler” ile ilgili olmak üzere “psilocybin” denen ilaç Dr. Albert Hofmann tarafından sentetik olarak yapılmıştır.
“Peyote” bir kaktüs türüdür ve bazı kısımları alındığı zaman insana zihinsel yolculuk yaptırır. Renkler daha parlak görünür, görsel bozulmalar (distortions) olur ve kullanan kişi tüm düşünce mekanizmasının kontrolünü kaybeder. Bu kaktüsten elde edilen ve insanda psikolojik değişikliğe neden olan maddenin adı “mescaline”dir. İnsanda psikolojik değişikliğe neden olan maddelerin en popüleri, bilindiği gibi LSD (Lysergic acid diethylamide)’dir ki bu da, Dr. Hofmann tarafından tamamen sentetik olarak elde edilmiştir. Bunlara benzer ya da daha başka etkileri olan, bir sürü insanda psikolojik değişikliğe neden olan maddeler de vardır.

Dr. Stanislav Grof ve Çalışmaları

Çek kökenli ABD’li psikiyatrist Stanislav Grof şuurun olağandışı durumlarıyla ilgilenmeye 1950’lerde, anavatanı Çekoslovakya’daki Prag’da bulunan Psikiyatrik Araştırmalar Enstitüsü’nde halüsinasyonlar oluşturan LSD’nin klinik kullanımını incelediği sırada başlamıştı.
Seans sonuçları çarpıcıydı. Seriler halinde uygulanan LSD seanslarının psikoterapik süreci hızlandırdığı ve birçok bozuklukların tedavisi için gereken zamanı kısalttığı çabucak anlaşıldı. Kişileri yıllarca rahatsız eden sarsıntılı anılar deşilip açığa çıkartıldı ve çözümlendi, giderek bazen şizofreni gibi ciddi durumlar iyileştirilebildi. Ancak en şaşırtıcısı, hastalardan çoğunun hastalıklarıyla ilgili konuların ötesine hızla geçmekte ve Batı psikolojisince araştırılmamış alanlara dalmakta oluşlarıydı.
Grof uzun yıllar süren LSD deneyleri sonucunda deneklerinde şu başlıklar altında toplayabileceğimiz bazı deneyimleri gözlemiş ve bunlara “normal kişiliği aşıp geçen” anlamında olmak üzere “Transpersonal Deneyimler” adını vermiştir. Grof, bu deneyimleri temel olarak şu şekilde sınıflandırmaktadır:

I. Nesnel Gerçeklik Çerçevesi İçinde Deneysel Şuur Genişlemeleri

A. Zamansal Şuur Genişlemeleri
—Embriyo ve cenin haline ait deneyimler
—Geçmişe ait deneyimler
—Kolektif ve ırksal şuurdışı deneyimleri
—Evrimsel deneyimler
—Geçmiş yaşam deneyimleri
—Prekognisyon, durugörü, duruişiti ve “zaman yolculukları”

B. Uzamsal Şuur Genişlemeleri
—Başka kimselerle özdeşleşme
—Grup özdeşliği ve grup şuuru
—Hayvansal özdeşleşme
—Yaşamla ve tüm yaratılmışlarla birlik hissi
—İnorganik madde şuuru
—Gezegensel şuur
—Gezegen ötesi şuur
—Beden dışı deneyimler, durugörü ve duruişiti seyahatleri, “uzay yolculukları” ve telepati

C. Uzamsal Şuur Sıkışması
—Organ, doku ve Hücre Şuuru
II. Nesnel Gerçeklik Çerçevesi Ötesinde Deneysel Şuur Genişlemeleri
—Ruhsal ve medyomsal Deneyimler
—İnsanüstü ruhsal varlıklarla karşılaşma deneyimleri
—Diğer evrenler ve orada bulunan varlıklarla karşılaşma deneyimleri
—Arşetiplik deneyimler ve karmaşık mitolojik diziler
—Çeşitli Tanrısal Varlıklarla karşılaşma deneyimleri
—Evrensel sembollerin sezgisel anlayışı
—Şakraların harekete geçmesi ve kundalini’nin uyanışı
—Evrensel zihin şuuru
—Supra-kozmik ve Meta-kozmik Boşluk
—Rahim içinde olma hissini tekrar yaşamak
Grof önceleri bunların yalnızca hayali deneyimler olduğunu sanmıştı. Ama kanıt birikimi sürdükçe, hastaların yaptığı tanımlamalarda ortaya çıkan embriyoloji bilgisinin, hastanın bu alanda daha önce edinmiş olduğu bilgilerin çok ötesine geçtiğinin farkına varmakta gecikmedi. Hastalar annelerinin kalp seslerinin belirli niteliklerini, karınzarı boşluğunun içindeki akustik fenomenin yapısını, plasenta içindeki kan dolaşımıyla ilgili belirli ayrıntıları ve hatta yer almakta olan çeşitli hücresel ve biyokimyasal süreçler hakkındaki ayrıntıları kesinlikle doğru olarak tanımlıyorlardı. Ayrıca annelerinin gebeliği sırasındaki önemli düşünce, duygular ve karşılaştığı fiziksel sarsıntılar gibi olguları da tanımlıyorlardı.
Grof, mümkün olan her durumda bu savları araştırıyordu, bu arada çoğu kez konu edilen anneyi ve diğer kişileri sorguya çekerek bu savları doğrulamayı başarabilmişti. Bu program için eğitildikleri sırada doğum öncesi anılarını deneyimleyen psikiyatristler, psikologlar ve biyologlar (Bu çalışmada yer alan tüm terapistler LSD psikoterapi seanslarından birçok kez geçmişlerdi) bu deneyimlerin otantikliği konusunda aynı şaşkınlığı dile getirmişlerdi.

Başka Canlılarla Ya Da Nesnelerle Özdeşleşme

Tüm bu deneyimlerin en altüst edici olanı ise, hastanın şuurunun olağan ego sınırlarının ötesine geçerek başka canlı varlıklar ve hatta nesnelerin kimliğine bürünmesinin nasıl bir şey olduğunu keşfetmesiydi. Örneğin Grof’un, birdenbire dişi bir tarih öncesi sürüngen kimliğine büründüğünü sanan bir kadın hastası vardı. Böyle bir biçim içine sıkışmış olmanın nasıl bir şey olduğunu zengin ayrıntılı tanımlarla vermekle kalmıyor, türünün erkek cinsinin anatomisinde kendisini cinsel olarak en çok uyaran bölümünün kafasının yanında, renkli pullardan oluşan bir leke olduğunu da söylüyordu. Bu kadının bu konuda daha önce herhangi bir ön bilgisi yoktu, oysa Grof, sonradan bir hayvanbilimciyle görüşerek, sürüngenlerin belirli türlerinde baş üzerindeki renkli bölgelerin gerçekten cinsel istek uyandıran tetik görevi üstlenmiş olduğunu doğrulattı.

Başkalarına ve Geçmişe Ait Olayların Deneyimlenmesi

Hastalar aynı zamanda akraba ve atalarının şuuruna da erişebiliyorlardı. Bir kadın, annesi üç yaşında olduğu sırada başına gelen ürkütücü bir olayı deneyimlemenin nasıl bir şey olduğunu yaşamıştı. Kadın ayrıca, annesinin yaşadığı evin ve üzerindeki beyaz çocuk önlüğünün açık bir tanımını da yapmıştı. Annesi sonradan tüm bu ayrıntıları onayladı ve kızıyla bu konuda daha önce hiç konuşmamış olduğunu itiraf etti. Diğer hastalar on yıllar hatta yüzyıllar önce yaşamış atalarının karşılaştığı olayların aynı şekilde açık seçik tanımlarını yapmışlardı.
Diğer deneyimler ırksal ve ortak anılara geçişleri de içeriyordu. Slav ırkından olanlar Cengiz Han’ın Moğol sürülerinin fetihlerine katılıyor, Kalahari çölünde Buşmanlarla birlikte transa girip dans ediyor, Avustralya yerlileriyle kabileye kabul törenlerine katılıyor ve Aztek sunaklarında kurban edilerek ölüyorlardı. Yine tanımlar, hastanın eğitiminin sınırlarını, ırkını ve konuyla daha önceki ilgisini tümüyle aşan belirgin tarihsel olgulara ve belirli bir bilgi düzeyine sahipti. Örneğin, eğitimsiz bir hasta, Eski Mısır’daki mumyalama uygulaması konusunda zengin ayrıntılarla dolu tekniklerden, ayrıca çeşitli muska ve gömü kutularının biçim ve anlamlarından söz etmiş ve mumya bezinin katılaştırılmasında kullanılan malzemelerin bir listesini vermiş, mumya sargılarının en, boy ve biçimini ve Mısır cenaze hizmetlerinin diğer gizli yönlerini anlatmıştı. Diğer bireyler ise, Uzak Doğu kültürlerine uyum yapmış ve yalnızca bir Japon, Çinli ya da Tibet’li bir psişe olmanın nasıl bir şey olduğunu duyuran etkileyici tanımlamalar yapmakla kalmamış, ayrıca Taoist ya da Budist öğretilerle ilgili olarak da fikirler yürütmüşlerdir.

Sınırsız Deneyimler

Aslında, Grof’un LSD deneklerinin içine daldığı durumların bir sınırı yok gibiydi. Onların, evrim ağacındaki her bir hayvan, hatta bitki olmanın nasıl bir şey olduğunu bilme yetileri vardı. Onlar, bir kan hücresinin, bir atomun, güneşin içindeki bir termonükleer sürecin, tüm bir planetin ve giderek, tüm kozmosun şuurunu deneyimleyebiliyorlardı.
Bunun da ötesinde, zaman ve mekanın ötesine geçip, gizemli bir şekilde geleceğe ait doğru bilgilerle ilişkiye geçebilme yeteneğine sahiptiler. Bazen bu şuursal yolculukları sırasında daha da garip bir kanaldan, insan ötesi zekalarla, bedensiz varlıklarla, “ yüksek şuur planları”ndan ruhsal rehberlerle ve diğer insanüstü varlıklarla ilişkiye girebiliyorlardı.

Ötealem Deneyimleri

Denekler bazen, başka evrenlere ve diğer gerçeklik düzeylerine de geçebiliyorlardı. Depresyon geçirmekte olan genç bir adam, özellikle sinir bozucu bir seans sırasında, kendisini başka bir boyutta buldu. Burası ürkütücü bir biçimde aydınlanmıştı; denek, hiç kimseyi görmediği halde, çevresinin bedensiz varlıklarla dolu bulunduğunu seziyordu. Birden birisinin kendisine çok yakın durduğunu duyumsadı ve şaşkınlık içinde bu varlığın kendisiyle telepatik iletişime girdiğini fark etti. Bu varlık ondan, Kromeriz ‘de Moravian kentinde yaşayan bir çiftle ilişki kurmasını ve onlara, oğulları Ladislav’ın iyi durumda bulunduğunu ve her şeyin yolunda olduğunu iletmesini istedi. Sonra ona bu çiftin adını, adresini ve telefon numarasını verdi.
Bu bilgi, ne Grof için ne de genç adam için hiçbir anlam taşımıyordu; onun sorunları ve tedavi süreciyle hiçbir ilgisi yoktu. Yine de Grof, bu bilgiyi aklından çıkartamadı. “Biraz tereddüt ve karışık duygulardan geçtikten sonra, yaptığım şeyi öğrendikleri takdirde, meslektaşlarımın alaylarına hedef olacağıma kesinlikle emin olduğum şeyi yapmaya karar verdim,” diyor Grof, “telefona gittim, Kromeriz’deki o numarayı çevirdim ve Ladislav’la konuşmak istediğimi söyledim. Telefonun öbür yanındaki kadının ağlamaya başladığını duyunca şaşırıp kaldım. Kendine gelince, kırık bir sesle bana şöyle dedi: ‘Oğlumuz artık bizimle birlikte değil; o bu dünyadan göçtü, onu üç hafta önce yitirdik.’”

Şuurdışı Alemlerin Sonsuz Genişliği

1960’da Grof, Maryland Psikiyatrik Araştırmalar Merkezi’nden bir teklif alarak Birleşik Devletler’e taşındı. Bu merkezde LSD’nin psikoterapik (ruhsal tedavi alanındaki) uygulamalarını araştırmak için denetimli çalışmalar yapıyordu. Merkez, sürekli uygulanan LSD seanslarının çeşitli zihinsel düzensizlikleri olan bireyler üzerindeki etkilerini incelemekle birlikte, aynı zamanda “normal” gönüllüler -doktorlar, hemşireler, ressamlar, müzisyenler, filozoflar, bilim adamları, rahipler ve dinbilimciler- üzerindeki etkilerini de araştırma kapsamına alıyordu. Ve Grof yine, aynı fenomenin sürekli olarak yinelenmekte olduğunu gördü. Sanki LSD insan şuuruna, şuurdışının yeraltı bölgelerinde yer alan bir tür sonsuz metro sistemine, tünellerden ve dolaşık yollardan oluşan bir labirente açılan bir kanal sağlıyordu ve burada evrendeki her şey birbiriyle bağlantı halindeydi.
Her biri en az beş saat süren üç binin üzerindeki LSD seansını kişisel olarak yönettikten ve meslekdaşları tarafından yönetilmiş bulunan iki binden fazla seansın kayıtlarını inceledikten sonra Grof, kesinlikle olağandışı bir şeylerin olagelmekte olduğu kanısına vardı. “Yıllar süren kavramsal mücadele ve çatışmalardan sonra, LSD araştırmalarından çıkan verinin, psikoloji, psikiyatri, tıp ve belki genel olarak bilimin günümüzde geçerli olan paradigmalarında hızla etkin bir yeniden düzenlemeye gidilmesinin gerekliliğine işaret etmekte olduğu sonucuna vardım,” diyordu Grof. “Şu anda, evren, gerçekliğin yapısı ve özellikle insan ırkı hakkında günümüzde geçerli olan anlayışların yapay, yanlış ve noksan olduğu konusunda çok az kuşkum var.”
Grof, şuurun kişiliğin alışılmış sınırlarını aştığı deneyimlerden oluşan bu fenomeni tanımlamak için transpersonal (aşkın kişisellik yada kişiselliği aşma durumu) terimini buldu ve 1960’ların sonlarında, içlerinde psikolog ve eğitimci Abraham Maslow’un da bulunduğu, kendisiyle aynı düşüncede olan profesyonellerle birlikte, transpersonal psikoloji adını verdikleri yeni bir psikoloji ekolü kurdular.

Holotoropik Terapi

Grof”un en şaşırtıcı buluşu belki de, LSD almış bireyler tarafından bildirilen fenomenlerin, herhangi bir uyuşturucuya başvurmadan da deneyimlenebilir oluşuydu. Bu amaçla Grof ve karısı Christina, böyle holotropik, ya da olağandışı, şuur durumlarını uyarabilecek basit ve ilaçsız bir teknik geliştirmişlerdi. Kişinin, içine girdiğinde varlığın tüm görünümleriyle bağlantılı olan holografik labirente geçmesine olanak veren bir holotropik şuur düzeyini tanımlamışlardı. Bu görünümler, kişinin biyolojik, psikolojik, ırksal ve ruhsal tarihini, dünyanın geçmişini, bugününü ve geleceğini, diğer gerçeklik düzeylerini ve LSD deneyimleri olarak sunmuş olduğumuz diğer tüm deneyimleri içeriyordu.
Grof’lar tekniklerine holotropik terapi adını vermişlerdi; değiştirilmiş şuur hallerini uyarabilmek için yalnızca hızlı ve denetimli soluma, müzik, masaj ve beden hareketleri kullanıyorlardı. Günümüze dek binlerce birey onların çalışmalarına katılmış ve hepsi de en az Grof’ların LSD üzerinde daha önce yapmış oldukları çalışmalardaki denekler tarafından tanımlananlar kadar görkemli ve duygusal derinliğe sahip deneyimler bildirmiştir.

Sonuç

İnsan şuuru ile ilgili olarak yapılan tüm araştırmalar ve bu araştırmalardan elde edilen veriler insan varlığının derinliklerinde keşfedilmeyi bekleyen pek çok yetenekler bulunduğunu göstermektedir. Ayrıca bu yetenekler yalnızca psişik yeteneklerle doğmuş bulunan bireylerin yararlanabileceği bir ayrıcalık değildir. Her insan, insan olmak sebebiyle bu yeteneklere sahiptir. Elbette bu konuda herkesin kapasitesinin bir sınırı olmakla birlikte hepimiz kendi varlığımıza ait bu potansiyeli geliştirebilir, günlük hayatımızda ondan yararlanabiliriz.
Günümüzde değiştirilmiş şuur halleri ve insan şuuru ile ilgili araştırmalar geniş çaplı olarak sürdürülmekte ve bunlardan çeşitli alanlarda performansı yükseltmek için yararlanılmaktadır.
Bu yazımız konuya kısa bir giriş mahiyetinde olmak üzere tanıtıcı bilgi vermek için hazırlanmıştır. Dileyen okurlar kaynaklarda yer alan eserleri inceleyerek konu hakkında derinlemesine araştırma yapabilirler.



Kaynak ve Başvuru Kitapları:
Trans - Değişik Bir Şuurun Oluşumu, G. Lappasade, Ruh ve Madde Yayınları
Holografik Evren, Michael Talbot, Ruh ve Madde Yayınları
Parapsikoloji - Duyular Dışı İletişim, D. Scott Rogo, Ruh ve Madde Yayınları
Metapsişik Terimler Sözlüğü, Ergün Arıkdal, Ruh ve Madde Yayınları
Realms of the Human Unconscious, Stanislav Grof, Viking Pres
Kozmik Oyun, Stanislav Grof, Ege Meta Yayınları
Geleceğin Psikolojisi, Stanislav Grof, Ege Meta Yayınları
Rüyalarınızdan Yararlanın, Derleyen: Gündüz Öğüt, Ege Meta Yayınları
Rüyalar, Sevda Yücesoy, Ruh ve Madde Yayınları
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin
Admin
Admin
Admin


Zodyak : Yay
çin astrolojisi : Köpek
Mesaj Sayısı : 358
Kayıt tarihi : 11/04/09
Yaş : 41
Nerden : Türkiye
Lakap : Garf

DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ Empty
MesajKonu: Geri: DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ   DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ EmptySalı Ağus. 31, 2010 12:11 am

DEĞİŞİK ŞUUR HALLERİ



İnsanın normal olarak nitelenen uyanık şuur halinden farklı olan tüm şuur hali tiplerine verilen ad. Terim, ilk kez parapsikolog Charls Tart tarafından kullanılmıştır. Elektroansefalogram aygıtının keşfi ve beyin dalgalarının ölçülmesi değişik şuur hallerinin sınıflandırılmasını sağlamıştır. Beyin dalgalarını 1924’te keşfeden Alman Psikiyatr Hans Berger (1873–1941) ile başlayan laboratuar testleri sonucunda, tüm değişik şuur halleri sırasında beynin alfa, teta ve delta dalgaları yayınladığı saptanmıştır. Bu araştırmaların sonuçlarına göre, beta ritminde beyin dalgalarının frekansı 14 ile 27 Hz arasında yer alır, kişi tümüyle uyanıktır. Alfa ritminde beyin dalgalarının frekansı 8 ile 13 Hz arasında yer alır. Hafif ipnoz, meditasyon, dalgınken düş görme, uyku - uyanıklık arası hal sırasında beynin alfa dalgaları yayınlamakta olduğu saptanmıştır. ESP fenomenleri özellikle alfa, bazen de teta ritminde söz konusu olurlar. Teta ritminde beyin dalgalarının frekansı 4 ile 8 Hz arasında yer alır, hafif uyku hali söz konusudur. Delta ritminde ise beyin dalgalarının frekansı 0 – 4 Hz arasında yer alır; bu ritim, derin uyku halinde oluşur.
Kimi parapsikologlar, değişik şuur hallerini şöyle sınıflandırır:
“Hızlı göz hareketleriyle” (REM) rüya görmeyle ve yavaş beyin dalgalarının yokluğuyla karakterize olan hal. Hızlı göz hareketlerinin yokluğu ve yavaş beyin dalgalarıyla karakterize olan uyku hali. Uykuya dalmadan önceki (hipnogojik) uyku - uyanıklık arası hal. Tam uyanmadan önceki (Hipnopompik) uyku - uyanıklık arası hal. Aşırı uyarılma veya alınan ilaçlar ya da yoğun konsantrasyon sonucundaki aşırı uykusuzluk hali. Depresyon, yorgunluk vb. sonucundaki uyuşukluk (laterji) hali. Vecit (ekstaz) veya aşırı olumlu heyecanlanma, coşku hali. Histeri veya aşırı olumsuz heyecanlanma hali. Parçalanma (fragmantasyon) hali. Hipnotik yolla geçmişe dönme hali (ekminezik hal). Alfa dalgalarının sürekliliği, görsel imajinsayon yokluğu ve zihinsel etkinliğin en az düzeye inmesiyle karekterize olan meditasyon hali. Alfa dalgalarının sürekliliğinin yokluğuyla karekterize olan trans hali. Gözleri kapalıyken “Hızlı göz hareketleri”nin (REM) olduğu trans hali (yani bir paranormal algılamanın söz konusu olduğu trans hali). Baygınlık hali. Koma hali. Hafızayla ilgili haller. Genellikle mistik deneyimlerde söz konusu olan şuur genişlemesi hali. Değişik şuur hali olmakla birlikte, şuurda bilinen anlamda bir kararmanın söz konusu olmadığı, şamanın psişik yolculuğu sırasında oluşan şamanik şuur hali.”
Bireysel mistik uygulamalarla (yoga, zen, Şamanizm, meditasyon, rölaksasyon) veya bir operatör eşliğindeki bilimsel yöntem tekniklerle (ipnotizma, manyetizma, psikolojik ayrışma) yapay olarak meydana getirilebilen değişik şuur halleri kimi koşullarda, çeşitli etkenlerle doğal olarak, kendiliğinden meydana gelebilir. Parapsikologlara göre kendiliğinden meydana gelen değişik şuur halleri genellikle şu tür durumlarda oluşurlar: Dua, vecd, sarhoşluk, aşırı ağrı, ateşli hastalıklar, duyumsuzlaşma, uykusuzluk, duyuların aşırı uyarılması, yorgunluk, yetersiz beslenme veya aç kalma, şişmanlık veya zayıflık, perhiz, fizyolojik veya psikolojik travma, doğurma, başrolde olma, seks ve orgazm, psişik vakalar, müzik ve dans, büyü ve okült uygulamalar, vücuda uyuşturucu veya vücudun nörofizyolojik ve kimyasal yapısını değiştirecek ilaçlar alınması.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Admin
Admin
Admin
Admin


Zodyak : Yay
çin astrolojisi : Köpek
Mesaj Sayısı : 358
Kayıt tarihi : 11/04/09
Yaş : 41
Nerden : Türkiye
Lakap : Garf

DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ Empty
MesajKonu: Geri: DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ   DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ EmptySalı Ağus. 31, 2010 12:11 am

BEYİN DALGALARI


Gufran Erkılıç



BETA - ALFA - TETA - DELTA
İnsan beyninden çeşitli vibrasyonların çıktığı okültistlerce uzun yıllardan beri bilinmektedir. Oysa beyin dalgalarının müspet ilim tarafından kesin olarak ispat edilerek bazı aygıtlarla tespit edilmesi çok yakın bir maziye dayanmaktadır. Biz burada beyinden yayılan dalgaların niteliklerini ve bunların ne şekilde tespit edildiklerini, kısaca EEG’nin (Elektroansefalografi) gelişimini anlatmaya çalışacağız. Zira EEG günümüzde Parapsikolojinin’de en önemli tetkik vasıtalarından biridir.
Kısaca EEG diye bahsedilen Elektroansefalograf, beynin bütün elektrik faaliyetlerini, yani beyin dalgalarını grafik olarak kağıt üzerinde tespit edebilen bir aygıttır. Böylece beynin yaydığı çeşitli dalgalar tespit edilmiş ve bu dalgaların karakteristiklerine göre beynin faaliyeti anlaşılmış olur. Tam teşekküllü hastane ve laboratuarlarda önemli bir yeri olan EEG aygıtı hayli büyük ve detaylı olmakla beraber, halen amatör deneycilere dahi hitap edebilecek, küçük modelleri- de geliştirilmiştir. Beyin elektriği üzerine yapılan çalışmalar yaklaşık yüzyıl kadar eskiye dayanmaktadır. İngiliz filozoflarından Richard Caton’un ilk defa tavşan ve maymun beyinlerinin elektrik potansiyellerini tespit etmesi ile birlikte EEG’nin temelleri atılmıştır. Uzun yıllar hayvanlar üzerinde yapılan çeşitli deneylerden sonra ilk defa 1924’de Jena Üniversitesinden, bir Alman Psikiyatri olan Hans Berger insan kafası üzerine platin elektrotlar tatbik ederek insan beyninin elektrik dalgalarını kaydetmeyi başarmıştır. Bu bulgular ilk önce fazla önemsenmemiş ve Bergerin hassas galvanometrelerle tespit ettiği, değişik beyin dalgaları beş sene kadar şüpheyle karşılanmıştır. Ancak Profesör Adrian öncülüğünde fizyoloji cemiyetince de aynı dalgalar grafik olarak tespit edilince Berger Ritmi de bilimsel olarak kanıtlanmış ve yerleşmiş oldu. Hans Berger’in önemle üzerinde durduğu beyin dalgası ritmine verilen isim Alfa ritmi olarak kendisi tarafından tanımlanmıştır. Bu ritim, çocukta sekiz yaşından sonra yetişkinlerdeki frekansa dönüşmektedir der Hans Berger.
Şimdi biz Hans Berger’den bu yana EEG’nin gelişimini bir yana bırakarak, günümüze kadar bu hususta yapılan çalışmaların ve elde edilen neticelerin ışığında, bilimsel olarak, günümüzce bilinen beyin dalgalarını biraz inceleyelim. İnsan beyninin şimdilik bilinen beş çeşit dalga yayınladığı bilinmekte ve bu dalgalar EEG aygıtı vasıtası ile tespit edilmektedir. Bunlardan Alfa dalgaları, Beta dalgaları ve Gama dalgaları özelliklerine göre normal beyin dalgaları olarak, Teta ve Delta dalgaları ise patolojik olarak sayılmaktadır.
1) Alfa Dalgaları: Bu dalgalar frekansları (Bir saniyedeki adedi) 8–13 ve amplitütleri (Dalganın en büyük ve en yüksek iki noktası arasındaki yüksekliği) 30–50 mikro volt olan düzenli dalgalardır. Normal yetişkin şahısların çoğunluğunda iyi gelişmiş, ortalama 9–10 frekanslı Alfa Dalgaları görülür. Alfa dalgalarının fizyolojik kaynakları günümüzde tartışılmaktadır.
Alfa dalgaları insan gözlerini kapattığı ve tamamıyla sakin olduğu zamanlarda yayılır. Düşünme faaliyetinin olmadığı tam sükunet anında beyin bol miktarda Alfa dalgaları neşretmektedir. Şahıslarda bu şartlar bozulur bozulmaz Alfa dalgaları basılırlar. Mesela derin bir konsantrasyon veya Meditasyon hali içinde bulunan bir kişiye herhangi bir konu hakkında soru sorulacak olursa o şahsın beyninden yayılan Alfa dalgaları derhal daha düşük amplitütlü Beta dalgalarına dönüşürler. Alfa dalgaları bilinen beyin dalgaları içinde en güçlü ve sağlıklı dalgalardır. Bu dalgalar çocukluktan itibaren tedrici olarak gelişerek beyin tarafından yayılmaktadırlar. Mesel 1,5 yaşındaki çocuklarda Alfa dalgalarına çok seyrek rastlanır. 3–5 yaşlarında ise bu dalgalar daha sabit şekilde görülmeye başlarlar. Çocuk 10 yaşına geldiği zaman artık Alfa Ritminin faaliyeti iyice organize olmağa başlar. 16–18 yaşlarında ise Alfa dalgalarının tam düzeninin kurulduğu devre olarak bilinmektedir. Keza hayatın yaşlılık döneminde de İnsan beyni yine ilk zamanları gibi düzensiz dalgalar yayınlamağa ve Alfa dalgalarının da giderek seyrekleştiği tespit edilmiştir. Alfa dalgalarının oluştuğu duruma Parapsikologlarca Alfa Durumu adı verilmiştir. Son yıllarda Parapsikoloji şiddetle Alfa ritminin üzerine eğilmiş ve Alfa durumunun kontrol altına alınması ile paranormal olayların açıklanabileceği üzerine görüş birliğine varmıştır.
İşte bu görüşten hareketle bir teori geliştirilmiş ve beyindeki Alfa dalgalarını ışık, ses, v.s, gibi çeşitli uyaranlarla denekler için belirgin duruma getirerek, Alfa dalgalarının oluşum hızını arttırmak için çeşitli aygıtlar imal edilmiş, düzenli bazı metotlar tanzim edilmiştir. Oldukça yeni olan bu çalışmalar irili ufaklı Parapsikoloji laboratuarlarında titizlikle denenmekte ve yeni bulgular ortaya çıkmaktadır. Esasında Parapsikologların halen üzerinde çalıştıkları Alfa durumu çok eski zamanlara dayanır. Okültizm, Yoga ve pek çok İnisiyasyon ekollerinde beyin dalgaları ve bunların tesir sahaları bilinmektedir. Bu bakımdan parapsikologların bir süre sonra Alfa durumundaki deneysel çalışmalarıyla Teleportasyon. materyalizasyon, Demateryalizasyon, Levitasyon, Durugörü, Telepati, Psikokinezi gibi ruhsal melekeleri deneysel olarak meydana getirmeleri ve bunları şimdilik bilinen beş ve bilinmeyen bir sürü beyin dalgaları, ile açıklama temayülleri mümkün olabilir. Filipinli ünlü şifacı Agpaoa’nın Almanya’da, doktorlar huzurunda meydana getirdiği olay hayli enteresandır. Agpaoa bir EEG aygıtının elektrotlarını kendi kafatasına, bir diğer EEG aletinin elektrotları da bir saralı hastanın kafatasına raptettirmiştir. Grafik beyin dalgalarını göstermeye başladığı anda Agpaoa’nın grafiğinde son derece sağlam ve sağlıklı alfa dalgaları görülmüş, saralı hastada ise tabii cılız ve düzensiz alfa dalgaları ve patolojik delta dalgaları görülmüştür. Agpaoa hastanın elini tutunca, kendi beyin grafiğinin değişmediği halde, hastanın grafiğinde kendininki kadar düzenli Alfa dalgaları başlamıştır. Agpaoa elini çekince hastanın grafiği yine patolojik dalgaları göstermiş, böylece aynı olay bir kaç defa meydana getirilmiştir. Bu deney boyunca Agpaoa’nın düzenli Alfa dalgaları son derece muntazam ve düzenli kalmış, hastanın her elini tutuşunda da kendi düzenli Alfa dalgalarını saralı hastaya aynen naklettiği ve kendi kontrol ettiği Alfa dalgaları ile saralı hastanın dahi Alfa durumunu kontrol altında tuttuğu bariz bir şekilde görülmüştür. Zira iyi bilindiği gibi EEG taramasında Sara, epilepsi hastalarının grafikleri son derece düzensizdir ve Alfa ritmi de bozuktur. Alfa ritmi parapsişik ve ruhsal melekelerin gelişmesi bakımından çok önemlidir. Zira frekans ve amplitütleri en yüksek olan dalgalardır. Hemen şunu da zikretmemiz gerekir ki Beyin dalgalarını kontrol çalışmaları yapanların kullandıkları metotlar ne olursa olsun her şeyden evvel dikkat etmeleri gereken en önemli husus nefes alma metotlarından seçecekleri bir metotla işe başlamalarıdır.
2) Beta Dalgaları: Beta Dalgaları 14–30 frekanslı ve daha düşük amplitütlü Alfa faaliyetidir. Dimağın ön bölgelerinde görülürler. Alfa Dalgaları yayan bir kişiye ses veya ışık gibi herhangi bir uyarıcıyla müdahale edildiği takdirde Alfa’lar derhal basılarak kendisinden dört kat daha zayıf olan Beta Dalgalarına dönüşürler. Konsantrasyon halinde beyin Beta dalgaları yayınlar. Beta dalgalarının uzaktan maddeyi kontrol edip, onda istediği kineziyi (hareketi) meydana getirebileceği gibi bazı teoriler olsa da, bunlar henüz bilimsel delillere dayalı ispat edilmiş kavramlar değildirler.
3) Gama Dalgaları: Süratli hareketleri teşkil eden düşük amplitütlü dalgalardır. Frekansları ise 30–50 arasındadır.

Anormal Sayılan Beyin Dalgaları

Bu dalgalar marazi sayılırlar.
5) Delta Dalgaları: Frekansları 35 amplitütleri çok yüksek olan anormal dalgalardır,
4) Teta Dalgaları: Frekansları 4–7 ve amplitütleri 50 Mikro voltun üstünde olan anormal dalgalardır.
Bahsettiğimiz bu iki dalga şekli Epilepsi hastalığında tipik olarak gözükmektedir. Zaten Nöroloji dilinde de, saniyede 3 frekans dalga diken kompleksi adıyla Petit Mal epilepsis teşhisini koydurtur. Asabi kişilerde, gözü sinirden kararmış kişilerde, hatta bol bol olumsuz şeyler düşünen kimselerde bu iki anormal beyin dalgasına rastlanabilir. Ancak başından beri anlattığım gibi, beyin dalgaları ile bilinen bulgular henüz kifayetli değildir. Ancak bu günkü bilgilerimiz bile bize Alfa Durumunun ne denli önemli olduğunu çok güzel bir şekilde göstermektedir. Yazı içinde de merhale, mehale incelemeye çalıştığım gibi, beyin dalgaları frekans (bir saniyedeki adedi) bakımından 8 ila 50’ye kadar giden farklılıklara sahiptirler. Amplitütleri ise (Dalganın en düşük ve en yüksek iki noktası arasındaki yüksekliği.) 50 Mikro volta kadar varırlar. Bu sınırların dışındaki dalgalar tıp literatüründe anormal olarak vasıflandırılmışlardır. Her geçen gün devam eden araştırma ve çalışmalar EEG’yi gittikçe daha çok geliştirmekte, dolayısıyla Beyin Dalgaları hakkındaki bilgilerimizde giderek artırmaktadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
DEĞİŞİK BİLİNÇ HALLERİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Parapsikoloji Forumları :: PARAPSİKOLOJİ-
Buraya geçin: