Bu seyahat şekli, parapsikolojinin köklü bir biçimde en az incelenmiş dallarından biridir; örneğin, telepati ve levitasyon gibi olgularla yakından ilgilenmiş samimi araştırmacılar, her ne hikmetse, astral seyahat olgusunu bir türlü benimseyememişler ve üstelik de reddetmişlerdir.
“Astral seyahat” deyimi, bu esrarengiz olayın özelliğini zaten pekiyi dile getirememektedir. Onun için de bazıları “astral projeksiyon” veya, Amerikalılar gibi, ‘OBE’ (Out of Body) deyimini tercih etmektedirler. Bazıları da, iyi karşılanmış bulunan, fakat pek az kullanılmakta olan “decor-poration” deyimini benimsemektedirler.
Tüm bu etiketler, fizik beden ile astral bedenin veya başka bir deyişle esiri (eterik) bedenin birbirlerinden geçici olarak ayrılışlarını ifade etmektedirler. Havada bayrak gibi dalgalandığını ve kendi fizik bedenini yukarıdan seyrettiğini hisseden bir insanın içinde bulunduğu hal, işte böyle bir haldir. Bu tuhaf fenomen sanıldığında da çok rastlanan bir fenomendir. Bilokasyona gelince, bu fenomen ise çok ender rastlanır türdendir. Bu fenomen de yine bir tür astral seyahattir, ama şu farkla ki tamı tamına reel bedene benzeyen esri beden, aynı anda iki ayrı yerde görünmektedir. Buna bir zamanlar, “ aynı anda her yerde hazır olma” anlamına gelen “ubi-quit” denmekteydi, ancak artık sadece ilahiyatta kutsal tezahürler için kullanılır olmuştur.
Parapsikolojinin hasımları tarafından temcit pilavı gibi öne sürülen sözde delillerden biri de (tıpkı ufolojide olduğu gibi) bir sütü psi fenomenin tarihte hiç saptanmadığına dair olan ifadedir: buna dayanarak, bu gibi kimseler, bu tür fenomenleri ciddi bir esasa dayanmayan şeyler olduğunu ifade etmektedirler. Ayrıca bir de kalkıp “Bedensiz varlıklar tezahür etmek için. Fox kardeşleri mi beklemişlerdir? Pireneler’deki bir çiftlikte kendiliğinden yangın olaylarının zuhur etmesi için yirminci asrın son çeyreğinin beklenmesi mi gerekmiştir?” diye homurdanmaktadırlar.
Bu dalga geçme çabaları boşunadır, zira tarih, kimlikleri saptanabilen bu türden esrarlı fenomenlerle doludur, yeter ki inceleme zahmetine katlanılsın. Parapsikolojik araştırmanın zor yanlarından biri de arkeo veya paleo parapsikolojik diye adlandırılabilen böyle bir budama işini başarmaktır; bu budama işi ise çoğu doğaüstü nitelikliler kategorisine sokulmuş ve de hurafe ve saçmalık diye damgalanmış olan böyle fenomenleri eski anlatıların içinden çekip alarak gözler önüne sermekten ibarettir.
Şamanların Transları
Başvuracağımız kaynaklardaki tüm veriler daima, OBE’ye bağlı fenomenlere geçmişte de vakıf bulunulduğunu, fakat bu fenomenlerin düşsel veya dinsel-sihirsel türden başka fenomenlere mal edildiğini göstermektedirler. Çok uzak geçmişte olduğu gibi günümüz primitif toplumlarında da, astral seyahat ruhlarla irtibat olgusundan ve düşten ayrı kalamamıştır. Sosyolojinin ve antropolojinin öncülerinden biri olan Lucien Levy-Bruhl’ün “La Mentalite Primitive” adlı eserinde, bir misyoner tarafından balkabaklarının çalındığını iddia eden ilginç bir Kızılderili örneği yer almaktadır. Bu Kızılderili, Avrupalı misyonerin, hırsızlık olayının cereyan ettiği anda, köyünden çok uzaklarda bulunduğunu biliyordu ve bunu tartışmıyordu bile, ama bu hırsızlığı yapmak üzere deduble olduğu konusunda ısrar ediyordu.
Bazı kimseler, şamanik dininin esasının astral seyahat olgusuna dayandığını iddia etmekte ve Şamanlarca trans sırasında gerçekleştirilen ‘göğe çıkış” ve “ruhlar aleminde seyahat” olgularının astral seyahatten başka bir şey olmadığını ifade etmektedirler. Ve örnek olarak da, XVI. asırda yaşamış olan Upsal piskoposu Olaüs Magnus’un “Histoire des Peuples du Nord” adlı eserindeki şu anlatıyı öne sürmektedirler.
“Beş yüz millik mesafede bulunan dostlarının veya düşmanlarının halini ve sağlığını öğrenmek isteyen bir kimse, konunun ehli olan bir Laponyalı’ya veya Finli’ye ya bir olta ya bir giysi ya da bir yay hediye etmekte ve onlardan, söz konusu dostlarının veya düşmanlarının nerede bulunduklarını ve ne yaptıklarını anlamak üzere bir girişimde bulunmalarını rica etmektedir. Bunun üzerine bu ehil kişi, karısı tarafından memnun edildikten sonra bir arkadaşıyla birlikte bir odaya kapanmaktadır. Önce bronzdan bir kurbağayı veya yılanı çekiçle ve ayin usulüne uygun bir edayla dövmekte, ardından da sihirli sözler mırıldanıp yere serilmekte ve kendinden geçmektedir: Böyle vecd hali içinde kısa bir süre ölü gibi yatmaktadır.”
“Bu süre içinde, sihirli sözlerin kudreti sayesinde, ruhu, geri seviyeli bir bedensiz varlığın da yardımıyla, uzak memleketlerden, bir yüzük veya bir bıçak gibi gerekli delilleri sağlayıp getirmektedir. Sonunda da birden kendine gelip dilek sahibine, seyahati sırasında olup bitenleri anlatmaktadır.”
Törenler
Eski haliyle de bugünkü haliyle de Şamanizmi, primitif diye anılan diğer dinlerden ayıran husus “göğe çıkış” ve “sihirli uçuş” olgularıdır. Sibirya Altayları’nda bu tören, kabilede önemli bir sorun zuhur ettiğinde yapılmaktadır.
İlk gün, etrafı çitle çevrili bir tarlaya, üzerinde yedi basamaklı bir merdiven oluşturacak şekilde yedi kertik açılmış olan bir kayın ağacı gövdesi dikilmekte ve aynı alana gece vakti törenle kurban edilecek olan bir de at hapsedilmektedir. Ertesi gün, şaman kendi çevresinde çılgınca döne döne ve ezgi halinde sihirli sözler söyleye söyleye saatlerce dans etmektedir. Zaman zaman sihirli davuluna kuvvetle vurup bedensiz varlıklara, ağaçtaki basamaklara tırmandığı sırada, gelip kendisine iltica etmelerini emretmektedir.
Vecd hali maksimum noktasına ulaşınca, bir gün önce kurban ettiği atın ruhuna biniyormuş gibi hareketler yapmakta ve her basamağında dura dura kayın ağacı gövdesine tırmanmaktadır: gövdedeki yedi basamak, yedi kat göğü temsil etmektedir. Sonra birden durup epey bir süre hareketsiz kalmakta: ardından gözlerini ovuşturup uyanıyormuş gibi yaparak hazır bulunanları selamlamakta ve göğe yükselişi sırasında gördüklerini anlatmaktadır.
Sihirli Uçuş
Bu ayin türü, bir iki küçük farkla, tüm şamanik topluluklarda icra edilmektedir. Aynı şekilde sihirli uçuş ve köprü mitine de her yerde rastlanılmaktadır. Sibirya’daki, Lapon Eskimolarındaki tüm şamanlar ile Kızılderili büyücüler ve de Endonezya’daki ve Okyanusya’daki medecinemenler (şifacılar) uçabildiklerine kanidirler. Bu insanlar, ölmüşlerin ruhlarının, göğe çıkmak için, kuş tüyüne dönüştüklerine inanmaktadırlar. Şamanik güçleri sayesinde geçici olarak ölebilmekte ve gökten geri döndüklerinde de tekrar dirilebilmektedirler.
Yeni Gine’deki Marind kabilesinde, medecinemen, kendisine ormanda burma dallarından bir kulübe inşa etmekte, ardından da kollarına ve omuzlarına balıkçıl kuşunun tüylerini yapıştırıp kulübeyi ateşe vermektedir. İddia ya göre duman ve alev onu hafifletmekte ve istediği yere doğru uçmasını mümkün kılmaktadır.
Onların mitolojisine göre, altın çağda, yer ve gök, birbirine bir köprüyle bağlıydı ve bu köprüden herkes dilediği gibi geçebilmekteydi. Fakat büyük tufanlar sonucunda bu köprünün ilk kemerleri tahrip olmuştur ve şamanlar arta kalan son kemeri işte o zamandan beri bilmektedirler.
Klasik yorumlara göre, şaman vecdi bir trans sırasında bedenini terk edip ruhlar alemini ziyaret ettiğine inanmaktadır; bu durumda reel bir dedubluman tezahürü söz konusu olmamaktadır. Bu tezin yandaşlarına göre, “göğe yükseliş” olgusu, temelde, sembolik bir olgudur. Ama Şamanların psi güçlerine sahip oldukları hususu yine de su götürmez bir gerçektir. Gerçekten durugörür ve telepattırlar. Bundan ayrı olarak şifacılık yeteneğine de sahiptirler. Bu özelliklerine bakılarak, Şamanların, astral dedubluman sırrının varisleri olduğu düşünülemez mi?
Tüm Dinler Gözlemlenir
Yoğun bedenden bu geçici ayrılış olgusu diğer dinlerde de gözlemlenmiş bir olgudur: ancak bu durumlarda, gerçek anlamda bedenden ayrılış (dekorporation) ile süjeye astralde seyahat yapmış izlenimini veren vecd’i trans (transe extatique) arasında bir ayırım yapmak zor bir iştir. Çeşitli ifadelere bakılacak olursa, Tibetli lamalar telepatiye ve bilokasyona egemen olmayı başarmaktadırlar. İfadesini kulak arkası edemeyeceğimiz Alexandra David-Neel, yıllarını geçirdiği Tibet’e ilişkin eserlerinde, bir sürü astral seyahat örneği sergilemiştir: Bu türden seyahatler yardımıyla, lamalar, çok uzaklardaki manastırları ziyaret edebilmektedirler.
Tantrik mezhep mensubu olup “kırmızı takke” giyen (ki bunlar sarı tekke” giyen mezhep mensuplarının karşıtıdırlar) ve uzun bir inisiyasyon evresi sonucunda psi güçleri elde eden keşişlere asıl, Butan’da, Tibet’te ve Nepal’de rastlanmaktadır. Bu güçler, amaç olarak değil, fakat basit anlamda birer araç olarak, yani zamanlarının Çoğunu din işlerine ayırmalarını mümkün kılacak birer vasıta olarak kabul edilmektedir.
Bilinmeyen Gerçekler
Bu güçlerin üç evresi şöyle sıralanmaktadır: Ekstatik (vecd halinde) yürüyüş, telepati ve bilokasyon. Lumg gom, yani trans halinde yürüyüş, ayaklar bağlı, vücut gergin, yüz ifadesi sakin ve gözler uzaya dikilmiş halde sıçrayarak ilerlemekten ibarettir. Zihinsel konsantrasyon ve uygun nefes talimleri yapılarak elde edilen bu şartlar altında, Lumg gom Pa yani “sıçrayan keşiş” günler ve geceler boyu hiç durmadan ve en küçük bir yorgunluk bile hissetmeden muazzam mesafeleri kat edebilmektedir. Bu tür yürüyüş, bir manastırdan diğerine eşya veya belge taşınması gerektiği zamanlarda uygulanmaktadır.
Herhangi bir mesaj iletmek söz konusu olduğunda telepatiye başvurulmaktadır, tıpkı bizim telefon edişimiz gibi. Böyle bir parapsikolojik güç, sıçrayan keşişlere kıyasla çok daha üstün bir inisiyasyon seviyesine ulaşmış olan lamalara özgü bir güçtür. Telepatik alış-veriş, maddi konuları içeren kaba türden haberleşmelerde değil, spiritüel türden haberleşmelerde ve ortaklaşa meditasyonlarda kullanılmaktadır.
Dilerseniz biraz da Alexandra David-Neel’in tanık olduğu dekorporasyon olayına bir göz gezdirelim. Belirttiğine göre, lamalar astral seyahatin tüm sırlarına vakıftırlar. Bu seyahati, manastırlarında gerçekleştirmektedirler. Bedenlerinden ayrılmak istedikleri zaman manastırın çatısında toplanmaktadırlar. Orada yere uzanıp ipnotik uykuya dalmakla ve astral dubleleri bedenlerinden ayrılıncaya kadar bu halde kalmaktadırlar. Böy1ece inisiyeler, yerkürenin herhangi bir köşesine olağanüstü bir hızla uçup gidebilmektedirler.
Alexandra David-Neel bu bilgiyi bize, lamaların sözlerine dayanarak iletmektedir. Keşişlerin okült sırlarını incelemek üzere Tibet manastırlarının içlerine kadar girmiş ilk Batılı kişi olarak. Tibet’te geçirdiği on dört yıl zarfında, bu gözü pek seyyah kilometrelerce uzakta olduğunu bildiği bir lamayla birçok kez görüşmeyi başarmıştır. Bu ifadenin karşısında insan hayrete düşmektedir.