Boş” sözcüğü sözlükte şöyle tanımlanmaktadır:
İçinde bir şey veya bir kimse olmayan, dolu karşıtı veya anlamsız, saçma...
Bizler de günlük hayatımızda sıklıkla kullanırız “boş” sözcüğünü. Bir şeye “boş” dediğimizde, zihnimizde oluşan algı, gerçekten boş olan bir şeydir. Duyularımızla algıladığımız gerçeklikleri tam da oldukları gibi anladığımıza öylesine bir inançla doluyuzdur ki, “boş” dediğimiz alanların, bizim göremeyeceğimiz, kavrayamayacağımız öğeleri barındırabileceğini çoğu zaman hiç düşünmeyiz. Herhangi bir anlamı olabileceğini de hemen hemen her zaman gözden kaçırırız. İnsanlığın, tarih boyunca gözden kaçırdığı pek çok şeyin gerçekliği ise, bilimsel ve ruhsal araştırmalar sayesinde mümkün olmuştur.
Örneğin; Demokritos (M.Ö. 470–380), maddenin daha fazla bölünmesi mümkün olmayan en küçük parçasına yunanca bölünemez anlamında “atom” demiştir. Maddelerin gerçekten de atomlardan oluştuğunu ise ilk kez, 1808’de John Dalton ispatlamıştır. 1800’lü yıllardaki atom tanımıyla bu günkü atom tanımı çok değişmiştir. Günümüz fizikçileri atomun belirli bir şeklinin bile olmadığı fikrinde birleşmektedir.
Pozitif yüklü atom çekirdeğinde, proton ve nötron denilen parçacıklar ile bu parçacıkların da oluşumunu sağlayan daha küçük parçacıklar vardır. Parçacıklar aynı zamanda başka atomaltı parçacıklara da dönüşebilmekte ve bugün 200’den fazla atomaltı parçacık olduğu bilinmektedir. Bu parçacıkların çok yüksek hızlarla dönmeleri nedeniyle çekirdekte doğan kuvvete “nükleer kuvvet” veya “kuantum etkisi“ denir.
Elektronlar ise negatif yüklü olup, atom çekirdeğinin etrafındaki çeşitli yörüngelerde bulunur. Elektronlar, hem kendi etraflarında hem de çekirdek etrafındaki yörüngelerde spin hareketi ile döner. Spin hareketi, Dünyanın da hareketidir. O da bir elektron gibi hem kendisinin hem de Güneşin etrafında döner.
Bir atom çekirdeğinin, bir futbol topu büyüklüğünde olduğunu varsayarsak, elektronlar bunun çevresinde, çapı 5 kilometre genişlikte bir çember üzerinde dönebilir. Eğer, Güneş Sistemi’nin bütününü düşünürsek orada da benzer bir düzen vardır. Tüm gök cisimlerinin arasındaki boşluğa ise “uzay boşluğu” dendiğini hepimiz biliyoruz.
Elektronlar yani atom altı parçacıklar arasındaki alana da “boş uzay” denir. Boş uzay olarak adlandırılan bölge ne işe yarıyor? Olmasaydı ne olurdu diye sorabiliriz?
Öncelikle bu boş uzay olmasaydı her şey inanılmaz derecede küçülürdü. Örneğin bir insanı meydana getiren atomların, insana asıl ağırlığını veren çekirdeklerini bir araya getirmek mümkün olsaydı, insan, gözle görülemeyecek kadar küçük bir zerre haline gelirdi. Fakat ağırlığı gene o insanın ağırlığına eşit olan bir zerre.
Buradan da anlıyoruz ki gerek atomun organizasyonu yani mikroevren diyeceğimiz oluşum gerekse makroevrenimizin organizasyonları arasında benzerlik, paralellik vardır. Bu organizasyon, anlamsızlığa değil, bilimsel ilerlemeler sayesinde, bizim adım adım keşfettiğimiz bir anlama sahiptir.
Doğal olarak atom modelini kavramak bu yüzden çok önemlidir. Çünkü mikroda geçerli olan yasaları kavramak muhakkak makroevrenimizin düzenini de kavramamıza neden olacak zenginliktedir.
Demek ki kainatımızda, en azından daha iyi bildiğimiz galaksimizde boşluk içermeyen bir organizasyon yoktur ve olamaz. Bu yazının asıl hedefi atomda, orada, burada boşlukların bulunduğuna dikkat çekmekle beraber, asıl bu boşlukların ne işe yaradığını, gerçekte neye hizmet ettiğini, bizim için anlamının ne olduğunu açıklamaya gayret etmektir.
Evet, atomun içinde “boş uzay” var dedik. Çevremizdeki her şey canlı ve cansız dediğimiz tüm oluşumlar atomik organizasyonlar olduğuna göre; taşın, toprağın, kum tanesinin, papatyaların ve tabii ki hücrelerimizin de içinde “boş uzay” vardır. Yani madde de, hücrelerden oluşan organizasyonlar da bu boş uzaya sahiptir.
Örneğin, en basit canlı kabul ettiğimiz virüste; en dışta proteinden oluşmuş bir kılıf ve bu kılıfın içindeki boşluğa yerleşmiş bir nükleik asit (kalıtım birimi) vardır.
Daha gelişmiş canlılar kabul ettiğimiz mantar, bitki ve hayvan hücrelerinde de hücre zarı ile çekirdek arasında bir alan vardır. Bu alanda, aralarında boşluklar bulunan çeşitli unsurlar bulunur. Atomda, hücrede ve gökcisimleri arasında boşluk olması bir tesadüf müdür?
Yine atoma dönecek olursak, daha önce bahsettiğimiz elektronların toplamına kuanta, bir elektrona da kuantum denir. Kuantum, hem parçacık hem dalgasal özellik gösteren bir şeyi anlatmak için kullanılır. Elektronlar birisi onu gözlediğinde parçacık olarak tezahür eder, gözlenmediği zaman ise dalga formuna geçer ve tüm uzaya yayılır. Atomu, yani maddeyi oluşturan unsurlar gerçekte sert, katı, sabit, statik değildir. Hem parçacık hem dalga olabilen, her an iki farklı gerçeklikten biri olarak tezahür eden bir enerjidir. Dalga formunu maddileştiren ise gözlemcinin şuurudur. Madde, gözlenmediği zaman enerji, gözlendiği zaman parçacık olarak tespit edilir. Parçacık formundan enerjetik dalga formuna geçen bir elektron için “mekansızlık” söz konusudur.
Kuantum fiziğindeki “meknsızlık prensibi”, bir şeyin aynı anda her yerde olabilmesi, tüm uzayı doldurabilmesi anlamına gelir. Atom fiziğinin ortaya koyduğu en çarpıcı gerçeklerden biri budur ve atom fizikçilerinin bir kısmı bu noktada, kuramlarının ne anlama geldiği konusunda mistik imalar nedeniyle yorum yapmaktan kaçınmaktadır.
Madem ki elektronların dalga formu mekansız; öyleyse tüm atomların, yani canlı ve cansız dediğimiz varlıkların tüm atomlarının dalga formları birbiriyle kesişmekte, birleşmekte ve örtüşmektedir.
İşte bu dalga formları ve çevremize yaydığımız tesirler, etkiler, düşünce formları, kendi şuurumuzdan ve daha yüksek şuur kuşaklarından aldığımız impulslar, bu “boş” dediğimiz alanlardan geçmekte ve her şey her şeyle etkileşim halinde bulunmaktadır. Buradan hareketle, gerek atomaltında gerek vücudumuzda, gerekse tüm evrenimizde, her şeyin her şeyle irtibatlanması, her şeyin her şeyden etki alıp etki vermesi söz konusudur.
Atom altını ve dalga formlarının iç içe geçen olasılıklar dalgası halindeki dansını görebilen beyinlerimiz olsaydı, “ben”in nerede başlayıp “sen”in nerede bittiğini anlayamazdık. Oysa duyularımızın sınırlılığı, bu bütünselliği görmemizi engelliyor ve bizler böylece makro dünya ile başarılı bir uyum sağlayarak gelişimimizi sürdürüyoruz.
Atom fiziğine göre “Ben” ve “Dünya” ayrımı çürütülmüş olup tamamen röltiftir. “Ben” ve “Dünya” yalıtılmış değildir. Aralarında sürekli bir etkileşim, tesir alış verişi vardır.
Bizler, ruhsal tekamülümüzü sürdürmek için bu Dünya’ya enkarne olmuş ruh varlıklarıyız, şuur enerjisiyiz. Tekrardoğuş yasası gereği, uyum sağlayabildiğimiz maddi ortamlarda ruhsal evrimimizi sürdürmekteyiz. Tekrardoğuş sırasında, şuur enerjimiz, maddi bedenimizi etkisi altına alırken vibrasyonunu düşürmek zorunda kaldığı için de serbest şuur halinde anımsayabileceğimiz ruhsal yasaları ve daha önceki hayatlarımızın anılarını da unutmuş oluyoruz. Bu nedenle beş duyumuzun algılamaları ile kendi gerçekliğimizi oluşturuyoruz ve pek çok rölativite içinde yaşıyoruz. Bilimsel gelişmeler ve ruhsal bilgiler bize, bu rölatifliği gayet güzel göstererek şuurlanmamız yolunda bilgi akışı sağlıyor.
Aslında bilgi akışı her zaman var da biz pek farkında değiliz. Sezgiler, içe doğuşlar, rüyalar, telepatiler, medyonomik irtibatlar; gerek maddi ortamlardaki varlıklar arasında, gerekse maddi ve süptil alem diyebileceğimiz ötealemde bulunan ruh varlıkları arasındaki bilgi akışının göstergeleridir. İşte bu çerçevede gerek atom altındaki boş uzayın, gerekse hücresel yapılarımızdaki ve güneş sistemimizdeki boşlukların fonksiyonu devreye girmektedir. Hem maddi sistemlerden gelen tesirler, hem kendi ruhsal varlığımızdan yani derin şuurumuzdan gelen tesirler, hem de çevremizdeki canlı dediğimiz tüm varlıklardan, birbirimizden yayılan tesirler ile yüce ruhsal planlardan, Dünya insanlığını görüp gözeten İdareci Planlar’dan gelen etkiler, geliştirici tesirler bu “boş” dediğimiz alanlardan geçerek ulaşmaktadır. Bu boşluklar; hem beş duyu dışına taşan iletişimleri gerçekleştirmekte, hem de gelişmemiz için gerekli olan çok çeşitli tesirleri birbirimize aktarmakta ve tekamül yolunda son derece önemli bir vazifeyi yerine getirmektedir.
Öyleyse bu “boş uzay” denilen bölgeler gerçekten boş ve anlamsız değildir. Burası kuvvetlerle doludur ve elektromanyetik dalgalar buradan geçmektedir. Her türlü tesir alışverişine imkan sunmakta ve ruhsal gelişmemizi sağlamaktadır. Yüce ruh varlıklarının organizasyonlarının, beşeri aklımızla algıladıklarımızdan çok süptil amaçlara hizmet ettiğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Boşluklarımızın asli görevini yerine getirebilmesi için, kendimizi yüce tesirlere ekran olabilecek şuur ataklarını gerçekleştirebilmemiz için, ruhsallığın yüce bilgilerinin rehber olacağını bir kez daha hatırlatırken, hepimize bu kutsal yoldaki serüveninde şuur açıklığı ve esenlikler diliyoruz.