(Yazarın notu: Bu makale, hiç şüphesiz tartışmalı olan bazı fikirlerin kısa bir sunumudur. Yer azlığı sebebiyle, normalde daha ayrıntılı bir tartışma sağlayacak olan birkaç nokta atlanmak zorunda kalınmıştır. Bu önemli nitelendirme ile burada sunacağım fikirlerin canlı bir tepki alacağını umuyorum.)
Mistikler de bilim adamları da her şeyin enerji olduğunu söylerler; yani evren, enerjiden başka hiçbir şey içermez. Eğer var olan her şeyin nihai anlamda enerjinin bir biçimi olduğuna gerçekten inanacak isek, o zaman enerjinin kendisinin gerçekte ne içerdiğini bilmek yararlı olacaktır. Bu durumda ortaya çıkacağı gibi, bu konuda sandığımızın aksine, pek açık olamayız.
Enerjinin bilimsel tanımı "iş yapma kapasitesi"dir.
Bazı bakımlardan yararlı olmasına karşın, bu tanım büyük soruları beraberinde getirmektedir. Örneğin, yaradılışın tamamının nihayetinde iş yapma kapasitesinden başka bir şey olmadığını kabul etmemiz mi beklenmektedir? Harikulade, güzel, gizemli evrenimizin indirgendiği şey bu mu? Birçoğumuz içgüdüsel olarak, enerjinin, bilimin inanmamızı beklediğinden çok daha zengin bir kavram olduğunu hissetmekteyiz.
Şunu hatırlamak gerekir: Dilimizdeki sözcüklerin ne anlama geleceğine karar verenler biziz. Anlamlar bize dışarıdan empoze edilmez, onlar, zihnimizde kavramlandırma yeteneğimizin bir işlevidir. Bazı sözcüklerin belirttiği fenomenler muazzam miktarda derin, zengin, gizemli ve karmaşık olabilir; ancak bu derinliği, zenginliği, gizemi ve karmaşıklığı kavramlandırma kapasitemiz hala bir hayli sınırlıdır. Fenomenlerin tamamını, onlarla ilgili kavramlarımızda yansıtmaya pek muktedir değiliz. "Ruh", "enerji", "evren" ve "zihin" gibi büyük, kullanılmayan kavramlar, özellikle bu sorundan mustariptir. Fikirleri kavramlandırma kapasitesi kişiden kişiye değiştiğinden, aynı kelimenin farklı insanlar için farklı şeyler ifade ettiği bir durumla karşı karşıya kalmaktayız. Bu kaçınılmazlık karmaşaya yol açıyor; özellikle "enerji" ve "ruh" kelimelerinin anlamları etrafında.
Kavramlarımız, ancak bizim becerebildiğimiz kadarıyla net ve yararlı olabilirler. Ancak, kavramlandırma kapasitemiz, büyüyebilme kapasitesine sahiptir. O büyüdükçe, kavramlandırabildiğimiz ve idrak edebildiğimiz şeylerde de aynı oranda büyüme meydana gelir. Şöyle de diyebiliriz: Derinliğin, zenginliğin, gizemin ve karmaşıklığın biraz daha çoğuna ulaşabilir hale geliriz. Ancak şu konuda emin olabiliriz: Enerji ve ruh gibi fikirler konusundaki bugünkü anlayışımız, yarın farklı bir anlayış olacaktır. Bugün gerçek olarak kavramlandırabildiğimiz şeyin çoğunun yerini, daha geniş, daha derin, daha doğru bir bilgi alacaktır. Bu en azından, şu an geçerli bilgimizi uygun perspektife yerleştirmemize yardımcı olur. Eminim hepimiz, geriye dönüp baktığımızda ve herhangi bir şey hakkındaki o zamanki anlayışımızın şimdiki anlayışımıza göre ne kadar sınırlı olduğunu gördüğümüzde hissettiğimiz hafif şaşkınlığa aşinayız. Aynı sürecin, zamanda geri işlediği gibi, ileriye doğru işlediğini de kabul etmek gerekir. Herhangi bir şey hakkındaki şu an geçerli olan anlayışımız, biz şu an tamam olmasa da yeterli olduğunu hissetsek de, hiç şüphesiz zaman içinde, tıpkı geçmişteki gayretlerimize bakışımız gibi hoş bir şaşkınlıkla gözden geçirilecektir. Başarılarımızı düşündüğümüzde heyecan kadar tevazu da hissetmeliyiz!
Kavramlarımız her zaman, şu anki bilgimizin durumundan daha büyük olmalıdır. Onlar büyük oldukça, bilgi de onlarla birlikte genişleme fırsatına sahip olur. Ama kavramlarımız sabit hale geldiğinde ve yeni bilgiye yer kalmadığında, kolaylaştırıcı olmak yerine engelleyici hale gelirler. Halbuki daha geniş biçimde tekamül edebilsek, yeni bilgi, dışlanmak veya bozunmak yerine kendinde yer bulabilirdi. Var olan bilgi temeline eklenebilir ve böylece temelin kendisi de büyür ve zenginleşirdi. O zaman dünyayı çok daha yüksek bir noktadan, yani büyümüş olan bilgi temelinden görebilirdik. Bu çok daha yüksek noktadan, dünya ile ilgili çok daha geniş bir bakış açısına sahip olurduk, böylece çok daha fazla bilgi edinebilir, böylece temeli daha büyük hale getirirdik ve süreç böyle sürüp giderdi. Ama bilginin tekamülü, ancak ilk başta kavramlarımız yeterince geniş ve kapsayıcı olduğu takdirde, bu biçimde ilerleyebilir. Dolayısıyla en basit kavramlarımızı yeniden tanımlamamız gereklidir. Enerji kavramı dahil.
Yola koyulmak için en yararlı nokta, üzerinde genel bir anlaşma sağlanmış olan noktadır. Var olan her şeyin nihayetinde enerjinin bir biçimi olduğu konusunda genel bir fikir birliği var gibidir. Bu durumda, enerji, evrenin temel malzemesidir. Tanım gereği, enerjiden daha temel bir şey olamaz. Bu da akla, enerjiyi tanımlamanın tek yolunun onun nitelikleri olup olmadığı sorusunu getirmektedir. Öyleyse, eğer var olan her şeyde ortak olan bu nitelikler üzerinde anlaşmak mümkün ise, enerjiyi yeniden tanımlamak için gereken temeli muhtemelen kurabiliriz.
Bu makalede, her şeyde ortak olan en azından iki temel nitelik olduğunu öne sürmekteyim. Bunlar, hareket ve düzendir. Pekala başka ortak nitelikler de olabilir, insan bu olasılığa karşı çok açık olmalıdır ama ben hareket ve düzenin bunlardan iki tanesi olduğu konusunda gittikçe daha çok emin olmaktayım.
Hareket ve Düzen
Çok azımızın hareket ile neyi kastettiğimiz konusunda şüphesi vardır. Onun varlığını birçok biçimde tanımaktayız: adımların sesi, bir jet motorunun kükremesi, rüzgarda yaprakların hışırdaması veya dalgaların kıyıda kırılması ve daha birçoğu. Hepimiz içgüdüsel olarak hareketin ne olduğunu biliriz. Peki kaçımız, bize sorulduğunda bu kavramı tanımlayabiliriz?
Hareket, esasen, iki veya daha çok şey arasındaki değişen ilişkidir. Daha önceki bir ilişki olmadan, hareket olamaz. Eğer bu konuda şüpheye düştüyseniz, derin uzayda yalnız olduğunuzu hayal edin. O kadar uzaktayız ki hiçbir şeyi saptayamıyoruz, hatta uzak bir yıldızı bile. Her şey zifiri karanlık. Soru şudur: Hareket edip etmediğimizi bilmenin bir yolu var mıdır? Yüzümüzü yalayıp geçen bir hava akımı yok. Düşme hissi yok çünkü ona doğru düşülecek bir şey yok. Herhangi bir türden hareketi saptayacağımız dışsal bir referans yok. Basit hakikat şudur: Ona göre hareket edilebilecek bir şey olmadan, hareketin var olduğu söylenemez.
Hareket, beklediğimizden biraz daha karmaşık. Aslında bu bakımdan diğer başka basit kavramlardan pek farklı değildir. Düzenin tam olarak ne olduğunu açıklamak zorunda olsak, nasıl anlatırdık?
Bu kelimeyi, derli toplu oluşu, her şeyin olması gerektiği gibi oluşunu belirtmek için kullanırız. Her şey "yerli yerindedir" deriz. Ayrıca düzeni matematikle ilişkilendiririz; hatta öyle ki düzenin, matematiksel olarak ifade edilebilen herhangi bir şey olduğunu düşündüğümüz için affedilebiliriz.
Tüm kısımların veya öğelerin mantıklı, anlaşılır veya doğal olarak düzenlendiği bir durum. (Collins Sözlüğü)
Her parça veya birimin doğru yerinde olduğu düzenli düzenleme, hal. (Oxford Sözlüğü)
Bu tanımlar, biraz derinden araştırana dek, son derece mantıklı görünmektedir. Araştırdığımızda ise, bazı ilginç sorular ortaya çıkmaya başlar. Örneğin, bir şeyin "doğru yerinde" durduğunu söylerken ne demek isteriz? Aslında, ilk tanım bu sorunun cevabını vermektedir; "anlaşılır" kelimesini içermekte. Bir şey bize anlam ifade ettiğinde veya anlam ifade etme potansiyeline sahip olduğunda, o şeyin "anlaşılır" olduğunu söyleriz. Bunu bir seviyede anlarız; bu şey bizimle rezonansa girer. Ancak bu önemli bir noktadır; bir kişiye anlamlı gelen şey diğeri için tamamen bir muamma olabilir. Başka bir deyişle, bir kişiye düzenli görünen şey bir başkasına son derece kaotik ve düzensiz görünebilir. Yani düzen son derece sübjektif bir öğedir. Bu nedenle, düzeni aşağıdaki biçimde tanımlamayı öneriyorum.
Düzen, herhangi bir şeydeki, şimdi ve gelecekte, o herhangi bir şeyin bize anlam ifade etme potansiyelini sağlayan niteliktir.
Bu sanki şunun gibidir: İçimizde, etrafımızı saran arşetipik biçim ve modellerle rezonansa giren veya rezonansa girme potansiyelini taşıyan bir şey zaten vardır. Bunu başka bir biçimde ifade edersek, gözlemlediğimiz her ne ise onun içindeki ilişkilerle bir ilişki kurarız. Bu çok önemli açıdan düzen, karşılıklı ilişkiler demektir, tıpkı hareketin değişen ilişkiler olması gibi. Bu temaya tekrar döneceğiz.
Bu arada, bize anlam ifade etmeyen ve gelecekte de anlam ifade edeceği umudunu vermeyen şu birçok durum karşısında ne yapacağız? Bu durumlar gerçekten de düzensizliği mi içermekteler?
Bu sorunun cevabı, evet'tir. Bunlar düzensizliği oluştururlar ama sadece görünürdeki düzensizliği. Tanımın, şu an anlam ifade etmeyen bir şeyin gelecekte anlam ifade edebileceği olasılığını hesaba katacak biçimde düzenlenmesinin sebebi budur. Böylece, bilginin sürekli artıyor oluşunu kabul ederiz. Her zaman artmıştır, dolayısıyla her zaman artacağına hiç şüphe yoktur. Bazı kişilerin son zamanlarda önerdiklerinin aksine, bilinmesi gereken en önemli şeyleri bilmeye yakın olmadığımız ve bilmediklerimizin bildiklerimize ağır basıyor olduğu büyük bir olasılıktır. Karl Popper'ın söylediği gibi, bilgimiz her zaman sınırlı ama cehaletimiz her zaman sınırsızdır. Gençken bize hiçbir anlam ifade etmeyen ama artık kanıksamış olduğumuz sayısız örnek vardır. Aynı şekilde, şu an anlaşılamaz veya idrak edilemez diye düşündüğümüz şeyler, bilgimiz arttıkça, yavaş yavaş idrak edilebilirlik ve olabilirlik safhasına gireceklerdir. İlk bakışta anlamsız ve düzensiz görünen şeyin, aslında başından beri anlamlı ve düzenli olduğu en sonunda ortaya çıkacaktır. Yaradılıştan var olan düzen, en sonunda görünen düzen haline gelir.
Bu arada, düzeni yeniden tanımlayışımız, düzensizliği de etkili bir biçimde tanımlamaktadır:
Düzensizlik, gözlemcinin, gözlemlenen şeyde zaten yaradılıştan var olan düzeni algılayışındaki kudretsizliğin veya isteksizliğin ölçütüdür.
Bir şeyi anlamadaki kudretsizliğimiz, o şeyin yaradılış itibarıyla idrak edilemez olduğunu söylemek için bir sebep değildir. Bir şeyin yaradılış itibarıyla idrak edilemez veya kaotik olduğunu belirtmek, belki de onu anlama çabasındaki sorumluluğumuzu bir kenara koymaktır. Daha psikolojik terimlerle söylersek, eğer bir şeyin yaradılış itibarıyla idrak edilemez olduğunu söylersek, o zaman bilinçdışı biçimde, şayet biz bu şeyi anlayamıyorsak, başka kimsenin anlamasına da izin vermiyoruz anlamına gelebilir. Böylece, yaradılış itibarıyla düzensizlik ve kaosun mevcudiyetine olan inancımızı paylaşmaları için mümkün olabildiğince çok kişiyi ikna etmeye çalışırız.
Bu sanki deneyerek öğrenmekte başarısız olmuşuz gibidir. Ne kadar sık kendimizi yeni ve garip bir şeyle yüz yüze buluruz. İlk başta, düzensiz ve şaşırtıcı gibi görünecektir, hatta bazen düşmanca. Örneğin, yeni bir kasabaya geldiğimizde yerleşim planına alışmak için zamana ihtiyaç duyarız. Sonunda, şeylerin birbiri ile ilişkisinin ne olduğunu çıkartırız. Orayı tanırız. Aslında sadece, orada zaten var olan düzen bizim için bariz hale gelmiştir.
Benzer bir şekilde, gece gökyüzüne baktığımızda, tüm görebildiğimiz, görünürde değişik yoğunluk derecelerindeki ışık noktalarının rasgele bir biçimde bir araya gelişidir. Halbuki aslında bakmakta olduğumuz şeyin, gökyüzünün harikulade düzeninin bir parçası olduğunu biliriz. Algıladığımız düzen, temelde kozmosun parçaları ve parçaların parçaları arasındaki ilişkidir. Şimdi bile bu düzeni daha yeni yeni öğrenmeye başlıyoruz. Dolayısıyla, kozmosun birçok veçhesi bize hala idrak edilemez ve düzensiz görünmektedir.
Aslında, yaradılış itibarıyla düzensizlik fikrinin ta kendisi saçmadır. Böyle bir fikir, bilinecek her şeyi keşfettiğimizi belirtir. Buna ancak fanatik bir köktenci inanabilir. Halbuki, keşfedecek ve öğrenecek ve de henüz bilmediğimiz daha çok şey olduğunu kabul edersek; şu anda düzensizlik olarak düşündüğümüzün en sonunda aslında düzen olabileceğini tamamen kabul ediyoruz demektir.
Düzensizlik, şanstan ayrılmalıdır. Şans demekle kastettiğimiz şey, sadece bilgi eksikliğidir. Örneğin, bir paranın atılmasının sonucu yazı mı tura mı geleceği karmaşık da olsa bir mekanik meselesidir. "Şans" unsuru, tek bir atışın sonucunu kesinlikle tahmin etmenin imkansız olduğu olgusunda yatar. Ama bir taraftaki tahmin etmedeki kudretsizliğimiz ile öte yandaki yaradılış itibarıyla şansın mevcudiyeti arasında bir ayrım gözetilmelidir. İlki bildiktir, ikincisi ise muhtemelen mevcut değildir.
Rasgelelik de yine farklıdır. “Rasgele” olaylardan, sanki bunlar dünyanın geri kalanından ayrıymışçasına söz ederiz. Bu imkansızdır. Bir şeyin meydana gelmesinde her zaman bir sebep vardır, yoksa o olay meydana gelmez. Gerçekten rasgele bir olay, böyle bir şey mevcut olsaydı eğer, hiçbir ilksel sebebe ve diğer her şeyle hiçbir ilişkiye sahip olmazdı. Aksi takdirde nerede ortaya çıkacak, niçin oluşacak ve nereye gidecekti?
Normalde rasgelelik, şans, düzensizlik ve kaos olarak düşündüğümüz şey, gözlemlemekte olduğumuz şeyin yaradılışında var olan nitelikler değildir. Daha ziyade bunlar, gözlenen ile gözlemci arasındaki ilişkinin nitelikleridir. Bir şeyi düzensiz düşünmemizin tek sebebi onda zaten var olan düzeni algılayamayışımızdır. Şans eseri meydana geliş, pratikte sonucunu tahmin edemediğimiz bir şeyin sonucudur. Rasgelelik, sebebini henüz anlamadığımız bir duruma verdiğimiz isimdir. Her durumda, gözlemci ve gözlenen arasındaki ilişki esası oluşturur.
Şimdiye kadar verilen örneklerden artık açıkça anlaşılmaktadır ki önerdiğim şey, bizlerin belirsizlik veya düzensizlik veya kaos olarak düşündüğümüz şeyin, evrenin yaradılışı itibarıyla sahip olduğu niteliklerden ziyade tamamen bizim insan sınırlamalarımızın bir yansıması oluşudur. Daha önce belirttiğim gibi, bu önemli temayı geliştirmek için bu makale yeterli yer sağlamamaktadır. Ancak hür irade ile ilgili bir şeyler söylemeliyim. Şuurun gelişimini ele aldığımızda, insan ırkının bir bütün olarak muhtemelen daha bebekliğinin başlarında olduğunu söylemekle yetinebilirim. Dünyanın durumu ve günlük hayatlarımızı yürütüş biçimimiz, bunun yeterli kanıtıdır. Daha gidecek uzun bir yolumuz var. Daha öğrenecek çok şeyimiz var. Bu da, bilgi eksikliğimiz ve gelişim eksikliğimiz göz önüne alınırsa, daha çok hata yapacağımızın muhtemel olduğu anlamına gelir. Hata yapmak; gelişme, öğrenme sürecinin parçasıdır. Bunu yapma konusunda hürüz ve muhtemelen uzun bir süre de hata yapma konusunda hür olacağız. Bu anlamda, hür irade dediğimiz şey daha uzun bir süre ortada olacak demektir.
Düzen, Bir Evrensel Nitelik Gibi Görünmektedir. Peki Ya Hareket?
Hareketin mevcut olmadığı birçok durum da vardır; bir raftaki kitaplar, rüzgarsız bir günde ağaçlar, park edilmiş bir araba vb. Hareket yokluğu dünyanın yaradılışı itibarıyla sahip olduğu bir nitelik midir? En kısa cevap, görünürdeki düzensizlik ile yaradılıştan gelen düzensizlik arasında nasıl bir ayrım yaptık ise, görünürdeki hareket yokluğu ile yaradılıştan gelen hareket yokluğu arasında benzer bir ayrım yapmak zorunda olduğumuzdur. Aşağıdaki örneklerin bunu gösterebileceğini umuyorum.
Çıplak gözle bakıldığında bütün yıldızlar sabit görünürler. Ancak biz, bugüne dek keşfedebildiğimiz bütün gök cisimlerinin hareket halinde olduğunu biliyoruz. Muazzam mesafeler sebebiyle durağan görünmektedirler. Bu tamamen bir perspektif meselesidir.
Bir çiçeğin yapraklarının açılışını gösteren hızlandırılmış bir filmi gören herkes, aksi gibi görünse de tüm bitki dünyasının sürekli bir hareket halinde olduğunu fark edecektir. Sadece bu hareket o kadar yavaştır ki, normalde biz bunu algılayamayız. Sadece sonuçları görürüz.
Dünyanın büyük bir bölümü moleküller içermektedir. Bunların sürekli bir hareket içinde olduklarını biliyoruz. Bunu biliyoruz çünkü hareket ısı ile eşanlamlıdır. Moleküller ancak hiçbir ısı olmadığı durumda hareketsiz olurlar. Bu ısı, Mutlak Sıfır’dır (-273°C). Şu ana dek fark edebildiğimiz kadarı ile böylesi bir ısı ne doğal dünyada ne de laboratuarda mevcuttur. Bu da sadece moleküler bakış açısından bile, her şeyin sürekli bir hareket halinde olduğunu önermektedir. Eğer bir şey moleküler biçimde değilse, o zaman “parçacıklar” biçiminde olabilir. Bu seviyede ise hareket, esastır.
“Yani modern fizik maddeyi hiç de pasif ve atıl değil, ritmik desenleri atomik, moleküler ve nükleer konfigürasyonlar ile belirlenen, sürekli dans eden ve titreşen hareket içinde resmetmektedir. Doğada hiçbir sabit yapı olmadığı idrakine vardık.” (1)
Eğer bu bizi her şeyin sürekli harekette olduğuna ikna edemez ise, o zaman kıpırdamadan, hiçbir şey yapmadan durduğunu sanan birisini düşünelim. Aslında, o kişi, kendi ekseninde ve güneşin etrafındaki yörüngesinde dönen gezegenin hareketine katılmaktadır. Ve şüphesiz dahası da var. Güneş, Samanyolu boyunca saatte 481.000 mille yol almaktadır, bu arada galaksinin ta kendisi uzayda tahminen saatte 1,3 milyon mil hızla yol almaktadır. Her birimiz, hareketler içindeki hareketlerin çok karmaşık bir takımının birer parçasıyız.
Mekanda hareket eden bir şeyi veya kendi içsel hareketini içeren (atom, molekül vb.) şeyleri de belirtsek, evrenin her bir unsurunun en azından bir perspektiften ama aslında birçok perspektiften sürekli bir hareket halinde olduğu konusunda çok az şüphe duyulabilir.
Düzen gibi hareket de, her şeyde var olan evrensel bir nitelik gibi görünmektedir. Dolayısıyla enerjiyi aşağıdaki gibi tanımlamayı düşünebiliriz:
Enerji, tamamen kendi hareketini ve düzenini içerendir.
Bu sözcüklerin yanıltıcı biçimde donuk olduğunun farkındayım. Dolayısıyla, ne anlama geldikleri ve gelmedikleri konusunda iyice açıklama yapmamız önem taşımaktadır.
İlk olarak bu sözler enerjinin düzen olduğu ya da enerjinin hareket olduğu anlamına gelmemektedir. Daha ziyade, enerji bu ikisinin, düzen ve hareketin ayrılmaz olduğuna dair basit temelde, ayrılması imkansız bir birleşimidir. Düzensiz hareket diye bir şey olamaz, bir kelebeğin uçuşu bile düzenlidir. Ve durağan düzen diye bir şey de olamaz. Tüm düzen dinamiktir. Tüm düzen, değişme sürecindedir.
Düzen ve hareket arasındaki yakınlık ilişkisi öylesinedir ki enerjiyi, düzen-hareket olarak düşünmek yararlı olabilir. Tıpkı zaman ve mekanın birbirlerinden bağımsız var olamayacakları temelinden yola çıkılarak zaman-mekan deyişimiz gibi. Düzen ve hareket arasındaki bu yakın ilişkinin yapısını anlamanın, enerjinin yapısını anlamakta yattığını söyleyebiliriz.
İkinci olarak, enerjinin gerçekten de evrenin temel malzemesi olduğu noktasını vurgulamak üzere tanıma “tamamen” kelimesi dahil edilmiştir. Enerji, önceden var olan bir malzemeyi masseden bir nitelik olmaktan ziyade düzen-harekettir. Bunu ilk başta kavramak biraz güç olabilir. Ne de olsa biz her şeyin bir şeylerden yapıldığına inanmaya koşullanmışız. Maddenin artık asli gerçeklik olmadığını söyleyenlerimiz bile, aslında kendi dediklerimize inanmamaktayız. Her şeyin nihayetinde kendi düzen-hareketi hariç hiçbir şeyden yapılmadığı önermesini benimsemek zor olabilir. Maddi realiteye olan inancımız gerçekten de çok derin köklere sahiptir. Yine de bu inanç, artık bir süredir temelleri sorgulanan bir inançtır. Yine Capra’dan alıntı yaparsak;
“Atomaltı seviyede, parçalar arasındaki karşılıklı ilişkiler ve etkileşim parçaların kendilerinden daha temeldir. Hareket vardır ama son noktada hareket eden nesneler yoktur; faaliyet vardır ama failler yoktur; dansçılar yoktur, sadece dans vardır.” (2)
Eğer düzenli bir hareket değilse, nedir dans?
Üçüncüsü ve belki de en tartışmalı olanı, tanımda enerjinin sadece atomaltı seviyeyle sınırlı bir fenomen olduğunu öneren bir şey bulunmamaktadır. Tam tersine, enerjinin, herhangi bir ölçütte düzen-hareket olduğunu netleştirmek önem taşır. Bir parçacığın, bir insanın, bir galaksinin hayatını oluşturan yegane düzen-hareket; her bir durumda bir enerji birimidir.
En son olarak, enerji ilişki ve karşılıklı ilişki ile ilgilidir. Bu, onun esasıdır, özüdür. Hem gözlenen içinde ve hem de gözlemci ve gözlenen (düzen) arasındaki değişen ilişkiyi (hareket) ve ilişki modellerini içerir.
Son not: Enerjiyi düzen-hareket olarak görmenin kendimizi ve dünyayı anlayış biçimimiz, düşünüş ve hayatımızı yaşayış biçimimiz bakımından son derece derin çağrışımları vardır. Ama bu, başka bir tartışmada ele alınmalıdır.
Başvurular: 1. Capra, Fritjof (1982), Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası, s. 79
2. Aynı eser, s. 83
NETWORK Dergisi No.58 Ağustos1995 sayısından
çeviren: Yasemin TOKATLI