1975 yılında Dannion Brinkley’e yıldırım çarptı. Brinkley öldü, bir tünelden geçti, tünelin ucundaki ışığa yaklaştı ve bu ışığın içinden çıkan, çok derin bir sevgi hissi ile dolu olduğunu algıladığı bir varlıkla karşılaştı. Bu ışık varlık, Brinkley’e neredeyse her anını hem kendi hem de karşısındakilerin bakış açısından yaşayıp değerlendirdiği hayatını “bir film şeridi” gibi gösterdi. O sırada, Brinkley’nin acil serviste bir sedyede yatan cansız bedenini hayata döndürmek için doktorlar ve hemşireler ellerinden geleni yapıyorlardı.
Işık varlık, Brinkley’yi bedeninin daha yüksek hızda titreştiğini düşündüğü bir yere doğru çıkardı. Burada enerji alanlarının oluşturduğu ırmaklara, göllere hatta dağlara benzeyen şekiller vardı. Dağlardan birine doğru uçtular ve sanki içinden ışıldıyormuş gibi görünen ve katedrali andıran yapılardan oluşan bir kristal şehre vardılar. Işık varlık, Brinkley’yi katedrallerden birinde yalnız bıraktı ama genç adam çevresinin başka türden varlıklarca sarıldığını hissediyordu. Önündeki podyum yine birçok ışık varlık tarafından dolduruldu ve Brinkley çok önemli bir şeyler olacağını hissetti.
Brinkley, önündeki podyumu dolduran ışık varlıkları saydı: on üç. Bunların her birinin, yine insanların sahip olduğu duygu ve düşüncelerin türlerini temsil ettiklerini ya da içerdiklerini, telepati yoluyla algıladı. Adeta burçlar kuşağını oluşturan karakter özelliklerini andırmaktaydılar.
Varlıklar teker teker Brinkley’nin önüne geldiler ve göğüslerinden bir videokaset büyüklüğünde birer kutu dışarı çıktı ve genç adamın yüzüne doğru yaklaştı. İlk kutunun yüzüne çarpacağı endişesiyle geri çekilen Brinkley, bu ve daha sonraki kutularda, sanki bir televizyon seyreder gibi, gelecekte gerçekleşecek olan dünya olaylarını gördü.
O sırada bu görüntülerin gelecekteki olaylar olduğunu bilmeyen Brinkley’nin, doktor ve hemşirelerin yoğun çabaları sonucu hayata döndürüldüğünde, yakın çevresine ve daha sonra ÖYD araştırmalarını dünyaya tanıtan kişi olan Dr. Raymond Moody’ye anlatacak çok ayrıntılı bir ÖYD hikayesi vardı. Ama en önemlisi, on üç ışık varlığın gösterdiği kutularda izlediği 117 olayın hepsini kayda geçirmişti. Üç yıl boyunca gördükleriyle ilgili hiç bir şey olmadı. Derken, 1978 yılında kutularda gördüğü olaylar gerçekleşmeye başladı. 1994 yılında yazdığı Saved by the Light (Işık Sayesinde Kurtarıldım) adlı kitapta Dannion Brinkley “Ölüp de oraya gittiğimden bu yana geçen on sekiz yıl içinde, bu olayların doksan beşi gerçekleşti,” demektedir.
22 Kasım 2001 tarihinde yayınlanan Reuters kaynaklı bir gazete haberi, bizlere Dannion Brinkley’nin gelecekle ilgili bu vizyonlarını hatırlattı. Acaba, bir vizyon daha mı gerçekleşiyordu? Habere göre, İsrailli bilim adamları, bir trilyonu bir deney tüpüne sığabilecek kadar küçük olan ve yüzde 99,8’lik doğruluk oranıyla saniyede bir milyar işlem yapabilen bir DNA bilgisayarı geliştirmişlerdi. Bu haber, Dannion Brinkley’nin on ikinci kutuda gördüklerini andırmaktaydı: “Bu kutuda, Orta Doğu’dan bir biyoloji mühendisinin DNA ile oynadığını ve bilgisayar çiplerinde kullanılabilecek bir biyolojik virüs yarattığını izledim. Bu keşif, bilim ve teknolojide büyük hamleler yapılmasına yol açtı. Japonya, Çin ve Pasifik okyanusu kıyısındaki ülkeler bu keşif sayesinde ekonomik bakımdan büyük gelişme yaşadılar. Bu teknolojiyi kullanarak üretilen bilgisayar çipleri, arabalardan tutun da uçaklara hatta elektrik süpürgelerine kadar kullanıldı.”